11 Eylül 2007 Salı

Kimler Oruç Tutmayabilir?

Hiçbir özürü yokken oruç tutmamak veya başladığı orucu bozmak günahtır. Hem de kaza ve (eğer başladığı Ramazan orucunu kasden bozmuşsa) keffaret olarak cezası vardır.

Bâzı hallerde ise, oruç tutmamak veya başlanmış orucu bozmak şer'an câiz hâle gelir. Bu haller, şunlardır:

1 - Hastalık: Oruç tuttuğu takdirde hastalığının şiddetlenmesinden veya çok sürmesinden korkan kimsenin sonradan kazâ etmek üzere oruç tutmaması veya başladığı orucu bozması câizdir.

2 - Yolculuk: Ramazanda yolculuğa çıkanların oruç tutmayıp sonraya bırakmaları câizdir. Ancak yolda meşakkate, bedenî bir halsizlik ve rahatsızlığa mâruz kalmak söz konusu değilse, oruç tutmak, tutmamaktan efdal ve hayırlı görülmüştür.

3 - İkrâh (Tehdit ve Zorlama): Orucunu bozmadığı takdirde dövülmek veya yaralanmak veyahut öldürülmekle tehdit edilen bir kimse de oruç tutmayabilir.

4 - Gebelik ve emziklilik: Oruç tuttuğu takdirde kendisine yahut çocuğuna bir zarar geleceğinden korkan hâmile veya emzikli kadın, oruç tutmayıp sonradan kazâ eder. Emzirdiği çocuğun başkasının çocuğu olması hükmü değiştirmez.

5 - Şiddetli açlık ve susuzluk: Açlık ve susuzluktan dolayı helâk olacağından veya aklî muvazenesinin bozulacağından korkan kimse orucunu bozabilir.

6 - Düşkünlük derecesinde ihtiyarlık: Böyle kimselerin de oruç tutmaması câizdir. Böyleler oruç tutmayacakları gibi, kazâ da edemeyeceklerinden fidye verirler.

7 - Hayız - nifas hâli: Bu hallerde oruç tutulması haramdır.

* Nâfile oruç tutanlar için, ziyafete dâvet edilmek bir özürdür. Böyle bir kimse, hane sahibinin ısrarı üzerine orucunu bozabilir.

Oruçlu Olmadığı Halde, Oruçlu Gibi Davranması Gereken Kimseler:

* İmsâk vaktinden sonra yolculuğu biten bir yolcunun da günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması, yani, yemeden içmeden ve ailevî münasebetten kaçınması gerekir.

* Gündüz iyileşen hasta için de hüküm aynıdır. O da oruçlu gibi davranmalıdır. Böyle hareket etmek, bir görüşe göre vâcib, diğer bir görüşe göre de müstehabtır.

* Yolcu, hasta, hayızlı ve lohusa olanlar, kendilerini oruçlu gibi göstermek zorunda değildirler. Yeyip içebilirler. Ancak kendilerinin mâzeretini bilmeyen halkın su'-i zannına sebeb olmak ihtimaline karşı, bunu alenen yapmaktan kaçınmak, gizlice yeyip içmek âdâba daha uygundur

Orucun,İlahi Nimetlerin Şükrüne Bakan Faydası

Ramazan orucunun, dünyevî ve uhrevî, ferdî ve içtimaî pek çok faydaları vardır. Biz burada bu faydalardan sadece mühim birkaçına işaret edeceğiz:

Orucun, İlâhî Nimetlerin Şükrüne Bakan Faydası:

Cenâb-ı Hak, yeryüzünde insanların istifadesine sunmuş olduğu hesapsız nimetleri için, fiyat ve karşılık olarak, onlardan sadece şükür istemektedir. Şükür ise, bütün nimetleri Allah'tan bilmek, o nimetlere hakikî ihtiyacını hissedip kıymetini tam takdir etmekle olur.

İşte Ramazan orucu, hakikî, hâlis, çok büyük ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Zira başka vakitler çok kişi, hakikî açlık duymadığı için, pek çok nimetlerin kıymetini takdir edemez. O nimetlere ne derece ihtiyacı olduğunu hakkıyla hissedip bilemez. Halbuki iftar vaktinde hakikî açlığın verdiği iştahla, kuru bir ekmeğin bile ne kadar kıymetli bir nimet olduğu yakînen hissedilir. En zengininden en fakîrine kadar her mü'min, nimetlere ihtiyacını hissedip değerini anlamakta mânen bir nevi şükre mazhar olur.

Hem oruçlu herkes, yemeden içmeden uzak kalma mecburiyeti cihetiyle, nimetlerin hakiki sâhip ve mâlikini de idrâk eder. Nimeti nimet bilir ve o nimeti vereni düşünür. Bu cihetle de mânen bir nevi şükür vazifesini yerine getirmiş olur.


Orucun İçtimaî Hayata Bakan Faydası

İnsanlar, maişet ve geçim yönünden aynı seviyede yaratılmamış; fakir, zengin, orta halli gibi bâzı sınıflara ayrılmıştır. Cenâb-ı Hak, maişetteki bu farklılık sebebiyle, zenginleri fakirlerin yardımına dâvet etmektedir. Tâ ki zenginle fakir arasında büyük bir yaşayış farkı meydana gelmesin. Fakirler de zenginler gibi insanca bir yaşayışa, zarurî ihtiyaçlarını te'min edebileceği normal bir hayat seviyesine kavuşsun...

Cem'iyette sınıflar arasında gerçek bir yardımlaşma ve dayanışmanın te'sis edilmesi büyük bir zarurettir. Aksi takdirde fakirlerde zengine karşı kin ve hased, zenginlerde ise fakire karşı küçümseme ve hakkını gasbetme duyguları gelişir ki, bunun sonucu olarak da toplumun huzur ve saadeti kaybolur, âsâyiş ve iç güvenliği tehlikeye düşer. Demek ki huzurlu bir cem'iyet yapısına kavuşmak için, sınıflar arasındaki uçurumların doldurulması, zenginle fakir arasında tam bir yardımlaşmanın temini ve karşılıklı hürmet, merhamet ve sevgi bağlarının te'sisi şarttır.

Zenginlerin ve imkân sahiplerinin, fakir-fukaranın yardımına koşması ise, ancak onların acınacak hallerini ve açlıklarını, imkânsızlıklarını yakînen bilmeleri, bir nebze olsun yaşamaları ve hissetmeleri ile mümkündür. Bu da en iyi şekilde oruçla gerçekleşir.

Orucun, Nefsin Terbiyesine Bakan Faydası

İnsan nefsi, kendisini hür ve serbest ister, kendisine hiç karışanı olmadan, dilediği tarzda hareket etmeyi fıtrî olarak arzular. Mahiyetindeki âcizlik ve zayıflığı, kusur ve hatâları hiçbir vakit görmeye yanaşmaz. Hadsiz nimetlerle beslenip yaşatıldığını, terbiye olunduğunu asla düşünmek istemez. Üstelik, servet ve iktidarı da varsa, gaflet içinde, ilâhî nimetleri, gâsıbâne ve hırsızcasına hayvan gibi tutar. Âdeta demirden bir vücudu, ölümsüz bir hayatı varmış, gibi bütün varlığıyla dünyaya sarılır, birçok kötü ahlâk ve günahlar içinde yuvarlanıp gider.

İşte Ramazan-ı şerîf'te tutulan oruç, en zengininden en fakirine, en gafilinden en mütemerridine kadar herkese, nefsinin gerçek mahiyetini gösterir. Hiç kimsenin kendi nefsine mâlik olmadığını; Allah'ın izni ve emri olmadan hiçbir şey yapılamayacağını hatırlatır. Oruç sayesinde nefsin ne derece zayıf ve âciz olduğu, demirden sanılan vücudun ise, ne kadar çürük ve dayanıksız bulunduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Nefsinin gerçek mahiyetini bu şekilde görüp idrâk eden insan, artık başıboşluğu, serseriliği, nefsine itimat ve gururu bir tarafa bırakarak hakikî vazifesi olan şükür ve kulluk görevini omuzlarına yüklenip; kötü ahlâktan, günah ve sefahetlerden vazgeçer.

Orucun, Nefsin Fir'avunluk Damarını Kırmasına Bakan Faydası
İnsandaki nefs-i emmâre, Rabbini tanımak, O'nun emirlerine boyun eğmek istemez. Fir'avn gibi, bizzat kendisi rablık ve ilâhlık dâvasında bulunur. Nefsin bu damarını açlıktan başka hiçbir şekilde kırmak mümkün değildir.

İşte Ramazan orucu, doğrudan doğruya nefsin fir'avunluk cephesine darbe vurup kırar; ona za'fını ve fakrını hissettirerek Allah'ın âciz bir kulu olduğunu bildirir.

Rivayete göre, Cenâb-ı Hak nefse:

- Ben kimim, sen kimsin? diye sormuş. Nefis de:

- Ben benim, sen sensin! diye cevab vermiş. Bunun üzerine Allah ona azab vermiş, Cehenneme atmış, sonra yine sormuş:

- Ben kimim, sen kimsin?

Nefsin cevabı aynı olmuş:

- Ben benim, sen sensin!

Hangi azâbı verdiyse, nefis gurur ve enaniyetinden vazgeçmemiş. Nihayet uzun süre aç bırakarak bir nevi oruç tutturmuş, sonra tekrar sormuş:

- Ben kimim, sen kimsin?

Nefis bu sefer şu cevabı vermiş:

- Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, bense senin âciz bir kulun...

Orucun, Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlüne Bakan Faydası
Oruç ayı olan Ramazan ayı, Kur'ân-ı Hakîmin Resûl-i Ekrem'e (asm) indirilmeye başlandığı mübarek bir aydır. İlâhî vahyin ilk lemeân etmeye, hidâyet nurlarını saçmaya başladığı böyle ulvi ve yüce bir aya, insanların ne çok hürmet etmeleri gerektiği ve bu İlâhî hâtırayı kalb ve gönüllerinde devamlı olarak yaşatmalarının ne derece zaruret olduğu apaçık ortadadır.

İşte, oruç ibâdetinin bu ayda farz kılınmasının bir hikmeti de budur.

Oruç ibâdeti, Kur'ân'ın ruhu ve dâvetiyle, hedef ve gayesiyle ve indirilmesindeki İlâhî hikmetle son derece mütenasibdir. Kur'an bizatihî hidâyet ve nurdur. İnsanları takvâ ve merhamete, adâlet ve eşitliğe, iyi muamele ve muaşerete, doğruluğa, ihlâsa, nefsin hile ve desiselerinden temizlenmeye teşvik eder. Oruç ve onun hikmeti de böyledir. Çünkü oruç da insanları doğruluğa, ihlâsa, iyiliğe, nefis terbiyesine, merhamete yöneltir. Nefsi sabra, güçlük ve meşakkatlere katlanmaya, karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve engelleri aşmak için gereken dikkat ve metanete sevk eder.

Kısacası, oruç, Kur'an ayı olan Ramazan ayına en lâyık bir ibâdettir ve Kur'ân-ı Kerîm'in nüzûlünün sene-i devriyesini tes'îd ve ihyâ mahiyetinde büyük bir mânevî festivaldir.

Orucun, İnsanın Uhrevî Kazancına Bakan Faydası
İnsanoğlu bu dünyaya, âhireti için ziraat ve ticaret etmeye gelmiştir. Oruç ayı olan Ramazan-ı Şerîf ise, insanın bu uhrevî ticaret ve ziraati için en bereketli bir zamandır. Çünkü Ramazan-ı şerîf'te işlenen amellerin sevabı bire bindir. Kur'ân-ı Hakîm'in herbir harfinin sevabı, hadîslerin bildirdiğine göre, on hasene iken, Ramazan-ı şerîf'te herbir harfin sevabı on değil bin ve Âyete'l-Kürsî gibi bâzı âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı şerîfin Cumalarında daha fazla olur. Ve Kadir gecesinde de 30 bine kadar çıkar.

Bu bakımdan Ramazan-ı şerîf, âhiret ticareti için, çok kârlı bir pazar; uhrevî hâsılat için gayet bereketli bir zemindir. Cenâb-ı Hakkın Rububiyet saltanatına karşı, beşerî ubudiyetin resmî geçiş yaptığı parlak ve kudsî bir bayram hükmündedir.

Gerçekten de Ramazan-ı şerîf, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde, kısa bir hayatta, bâkî bir ömür ve uzun bir hayatı kazanmaya en büyük vesiledir.

İşte böyle kudsî bir bayram veya kârlı bir pazarda, insanın oruç tutmak suretiyle yemek, içmek gibi süflî meşguliyetlerini, nefsin heves ve zevklerini muvakkaten terk etmesi ne derece lüzumlu, fıtrî, tam yerinde bir vazife olduğunu artık siz düşününüz...

Orucun Beden Sağlığına Bakan Faydaları
Orucun beden sağlığına yaptığı müsbet te'sir ve faydaları şöylece sıralayabiliriz:

* Oruç, sıhhatın anahtarıdır. Bir yıl çeşitli yemeklerle ve içilen meşrubatla yorulan, yıpranan sindirim organlarımıza dinlenme, toparlanma, güç ve kuvvet kazanma imkânları hazırlar. Devamlı çalışan bir makinanın muayyen zamanlarda nasıl bakıma ihtiyacı var ise, bunun gibi yorulan sindirim organlarımızın da hiç olmazsa senede bir ay dinlenmeye ve bakıma ihtiyacı vardır. Bunu da en iyi şekilde oruç ibâdeti yapmaktadır.

* Oruç vücudun açlığa, susuzluğa karşı mukavemetini de arttırır. İnsana dayanıklılık ve tahammül gücü kazandırır.

* Oruç ömrü de uzatır. Çünkü o, sıhhatın devamını ve gençlik çağının uzamasını te'min edebilir. Uzun yaşayan bir hasta, tıp nazarında uzun ömürlü sayılmaz. Uzun ömür, vücûdun dinç ve sağlam kalması demektir.

Oruç, aynı zamanda, çalışan kimseler için sıhhat ve rahatlık kaynağıdır. Çünkü orucun verdiği hafiflik ve rahatlık sâyesinde iç organlarımız yediğimiz günlere nisbetle çok daha rahat çalışırlar. Bu rahat çalışma, bütün bedenimizde bir hafiflik ve zindelik meydana getirir. Ramazan günlerinde kendimizi kuş gibi hafif hissedişimizin sebebi, orucun verdiği bu zindeliktir.

Oruçlu olan kimse, günde iki defa yemek yer: Birisi iftarda, diğeri de sahurda. Bugün modern tıbbın öngördüğü yaşama tarzında da yemek öğünü ikidir. Çünkü ikiden fazla yemek öğünleri, hem bedenimize zarar vermekte, hem de zaman kaybına sebeb olmaktadır. Öğle yemeği te'siriyle vücudumuz kuvvetini ve canlılığını kaybeder, tenbelleşip uyuşur. Böyle bir bedenle işe başladığımızda randıman yarı yarıya düşecektir. Halbuki mide boş iken, beden daima hafif kalır. Çalışmasına aynı âhenkle devam eder.

Aslında, iftar ve sahurda aşırı yemek, mideyi tıkabasa doldurmak da doğru değildir. Çünkü o takdirde beden ve ruha dinlenme, rahatlama imkânı, vücut fabrikasına yıllık bakım ve tamir fırsatı verilmemiş, oruçtan beklenen netice ve fayda da te'min edilememiş olur.

Orucun vücut sağlığı açısından taşıdığı önemi Peygamberimiz hadîs-i şerîflerinde şu şekilde beyan buyurmuşlardır:

"Oruç tutun! Vücudunuz sağlam (ve sıhhatli) olsun."

"Her şey'in bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı da oruçtur."

Yani, zekâtı vermek, nasıl malı ve malın pisliğini giderip temizliyorsa, oruç da vücudu temizleyip vücuttaki zehirleri, fazlalıkları bertaraf eder; insanı hastalıklardan kurtarır.

8 Eylül 2007 Cumartesi

Oruç...Ve Aç Durmak

Oruç ve aç durmak
Sual: Bazıları aç ve susuz durmanın ne faydası olur ki diyorlar.
Oruç tutmaktan maksat nedir?


CEVAP
Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefs terbiyesi gibi diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Onun için hadis-i şerifte, (Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısı ise oruçtur) buyuruldu. (İbni Mübarek)

Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse, huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. Hadis-i şerifte, (Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır) buyuruldu. (Ebu Nuaym)

Böylece orucun imandan olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günah işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı ise açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir: Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadis-i şeriflerde, (Aç duranın idraki artar, zekası açılır) ve (Tefekkür, ibadetin yarısı, az yemek ise tamamıdır) buyuruldu. (İ. Gazali)

Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemi)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.) [İ.Gazali]

Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, acın hâlini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Sinirlerine hakim olan kimse huzurlu olur. Açlık, günah işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadis-i şerifte, (Açlık ve susuzlukla nefsle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. Hadis-i şerifte, (Her gün bir defa yemek yenmesi itidaldir) buyuruldu. (Beyheki)

İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. (Teshil-ül-menafi)

Hastalıkların çoğu çok yemekten ileri gelir. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) buyuruldu. (Dare Kutni)

Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadis-i şerifte, (Oruç tutan sağlıklı olur) buyuruldu. (Taberani)

Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayri meşru arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Hadis-i şerifte, (Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlık ile yolunu daraltın) buyuruldu. (İhya)

Moralin mi Bozuk?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ. ADEM (Aleyküm Selam.)GİBİ 200 SENE TEVBE Mİ ETTİN ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.İBRAHİM GİBİ ATEŞE Mİ ATILDIN ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.ZEKERİYYA (Aleyküm Selam)GİBİ TESTEREYLE Mİ KESİLDİN ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.YUSUF(a:s)GİBİ KUYUYA MI ATILDIN ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.Muhammed(Aleyküm Selam)GİBİ TAİFTE TAŞLANDIN MI ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.Muhammed(Aleyküm Selam)GİBİ UHUTTA DİŞİN Mİ KIRILDI ?

MORALİN Mİ BOZUK
HZ.HAMZA (r.a)GİBİ BURNUN KULAĞIN MI KESİLDİ ?

HALA MORALİNİZ Mİ BOZUK ?
NE DÜŞÜNÜYOSUNUZ,DÜNYALIK İŞLER Mİ?
KENDİNİZE GELİN.........?

Cuma Günü Bayramdır

CUMÂ GÜNÜNÜN SÜNNETLERİ

Cumâ gününün 20 sünneti ve edebi vardır. Bunlar şunlardır:

1- Cumâyı Perşembe’den karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumâ’yı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli.

2- Cumâ günü, Cumâ namazı için gusül abdesti almalı. (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.)

3- Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli.

4- Cumâ namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli.

5- Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı.

6- Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli.

7- Erken gidip birinci safta yer almalı.

8- İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli.

9- Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defâ okumalı.

10- İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli.

11- Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı.

12- Cumâ günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli.

13- Cumâ günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli.

14- Kur’ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı.

15- Az veya çok sadaka vermeli.

16- Ana-babayı veyâ bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyâret etmeli.

17- Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı.

18- Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı.

19- Cumâ gününü, ibâdetle geçirmeli.

20- İkindiden sonra, seccâde üzerinde elinden geldiği kadar; “Yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kadir!” deyip, sonra duâ etmelidir.

Mallarınızı Zekat İle Koruyun

Kur’an-ı kerimin çeşitli yerlerinde namaz ile zekat beraber bildiriliyor. (Namazı kılın, zekatı verin) buyuruluyor. (2/43)

Zekatın önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’a ve Resulüne inanan, malının zekatını versin!) [Taberani]
(Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar]

(En faziletli ibadet namaz, sonra zekattır.) [Taberani]
(Hastalarınızı sadaka ile, mallarınızı zekat ile koruyun!) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, malınızın temizlenip güzelleşmesi için zekatı farz kıldı.) [Hakim]

Zekat vermeyen büyük günah işlemiş olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Zekat vermeyen kimseye Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai]
(Zekat vermeyen, temiz malını kirletmiş olur.) [Taberani]
(Zekat vermeyen kimse, kıyamette ateştedir.) [Taberani]

(Zenginlerin zekatı fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ onlara ayrıca nafaka verirdi. Aç kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir.) [El-Askeri]

[Eli ayağı tutup da, çalışabilenlerin zekat istemesi haramdır. İstemediği halde, kendisine zekat verilirse, alması günah olmaz. Zekat, çalışamıyacak kadar hasta, sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ böyle fakirleri de milletin içinde kırkta bir yaratmıştır.]

(Zekat vermeyen bir toplum, rahmetten, iyilikten mahrum kalır. Hayvanlar da olmasa, hiç rahmet görmezlerdi.) [Taberani]

(Zekatı verilmeyen mallar, karada, denizde telef olur.) [Taberani]
(Zekatını veren o malın şerrinden korunmuş olur.) [Beyheki]
(Zekat vermeyenin namazı kabul olmaz.) [Taberani]

[Zekat vermemek büyük günah olduğu için, böyle günahkârın kıldığı namaz, sahih olup borcu ödenirse de, namazdan hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Her günah da böyledir.]

Peygamber efendimiz, (Zekatı verilmeyen mallar, yılan olup sahibinin boynuna dolanır) buyurduktan sonra, şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu:
(Allah’ın ihsan ettiği mallarda cimrilik edenler [o malların zekatını vermeyenler], iyi ettiklerini [zengin kalacaklarını] sanıyorlar. Halbuki kendilerine kötülük etmiş oluyorlar, o mallar Cehennemde, [yılan şeklinde] boyunlarına dolanacak [onları sokacak].) [Âl-i İmrân 180 - İbni Mace]

Bu acı azaplardan kurtulmak için, malların zekatını, tarla mahsullerinin, sebzelerin, meyvelerin uşrunu vermek şarttır.

Zekat kırkta bir, uşur onda bir verilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Altın ve gümüşü [malı, parayı] biriktirip Allah yolunda harcamayanlara [zekatını vermeyenlere] çok acı azabı müjdele! [Zekatı verilmeyen mallar] paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına [mühür basar gibi] basılacaktır. Bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Biriktirdiklerinizi [azabını] tadın denilecektir.) [Tevbe 34, 35] (Parantez içindekiler, tefsirlerdeki açıklamalardır.)

Fakire verilen altın, onu zengin edecek kadar fazla olmamalıdır. Borçsuz fakire nisap miktarı veya daha çok zekat vermek mekruh olarak caizdir. 10 gr altın kadar borcu var ise, 100 gr altını alması mekruh olmaz. Altın ile gümüş, ne niyetle saklanırsa saklansın ticaret eşyası kabul edilir. Nisap miktarı ise zekatı verilir. “Ev, araba almak için biriktirilen paranın bana göre zekatı olmaz” diyenlere itibar edilmemelidir.

6 Eylül 2007 Perşembe

Dinden Çıkaran 99 Söz Ve Hareket

1- Allahın varlığı hakkında insanda meydana gelecek en ufak bir şüphe ve tereddüt.

2- Allahın cisim olduğunu düşünmek ve hayalinde canlandırmak.

3- Cenab’ı Hakkın sıfatlarından herhangi birini insanların sıfatlarına benzetmek. (Mesela Cenabı Hakk’a dil ve ağız gibi mahlukatın hassalarından olan azalar hayal etmek)

4- Allah’ı bir şeye hulûl etmiş olarak kabul etmek.

5- Cenab’ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek veya "Her şeyi yaratan Allah ama Allah’ı yaratan kim" (!) gibi sözler söylemek veya bunları kalbinden geçirmek. (Cenabı Hak Yaratan varlıktır. Yaratılan varlık değildir)

6- Peygamberlere yalancılık isnadında bulunmak

7- Peygamberlerden herhangi birini inkar etmek.

8- Peygamberlere günah isnadında bulunmak

9- Peygamberlerin yüksek terbiye ve ilimlerini Allah’ın yetiştirmesiyle değil de, bir insanın yetiştirmesiyle olduğunu sanmak.

10- Meleklerden her hangi birini inkar etmek.

11- Meleklere erkeklik dişilik isnadında bulunmak.

12- Hakkında ayet olan herhangi bir mücizeyi inkar etmek

13- Tevatur yoluyla sabit olan ayın yarılması ve mirac hadisesi gibi mücizeleri inkar etmek.

14- Kur’an-ı Kerim’in bir ayet veya bir cümlesini inkar etmek.

15- Kur’an-ı Kerim’de en ufak bir noksanlık düşünmek ve "kifayetsizdir" diye bir fikre sahip olmak.

16- Kur’an-ı Kerim’in hükümlerinden ve kanunlarından daha üstün kanun ve hükümler olduğunu iddia etmek veya düşünmek, veya hutta ileri bir zamanda böyle bir fikre sahip olabilirim diye düşünmek.

17- Kabir sualini ve azabını, öldükten sonra dirilmeyi inkar etmek veya şüphe ile karşılamak.

18- Hesap gününü, sıratı, mizanı, cennet ve cehennemi inkar etmek.

19- Cennet nimetleri veya Cehennemin azabı hakkında şüphede bulunmak, inkar etmek "Allah hiçbir kuluna azap etmez" demek.

20- mü’minlerin ebediyyen Cehennemde kalacağını söylemek.

21- Her hangi bir farzın bir cüz’ünü veya tamamını inkar etmek, Mesela: "5 vakit namazdan öğle veya ikindi namazları bu devirde kılınmaz, farz olamaz" demek veya düşünmek.

22- Faizi, insan öldürmeyi, günah ve haram kabul etmemek.

23- İslam dinini mühimsememek ve hor görmek.

24- Herhangi bir kâfiri mü’minden üstün görmek.

25- Haramlardan birini helâl adetmek veya ayetle sabit bir haramı inkar etmek.

26- Sahabelerden her hangi biri hakkında münafık, mürai (iki yüzlü), kâfir diye düşünmek.

27- Bir mü’mini imanından dolayı hakir görmek veya bir kâfiri küfründen dolayı üstün görmek.

28- İslamiyetin dünya saadetine engel olan bir din olduğunu söylemek veya düşünmek.

29- Bir mü’mini küfürle suçlamak.

30- Küfrü icap ettiren her hangi bir şeyi kendi isteğiyle hatırından geçirmek.

31- Üzerinde ayet yazılı her hangi bir şeyi kasten kirletmek veya pisliğe tutmak.

32- "Müzik aletlerinden birini çalarak Kur’an okumak"

33- "O adam peygamber olsa gene inanmam"demek.

34- "Peygamber gelse gene kabul etmem" demek.

35- "Allah olsan ne yapabilirsin sen bana" demek.

36- "Allah’ ımı inkar edeyim bu böyle" demek.

37- "Ne olur şu güzelim şarap haram olmasaydı" demek.

38- "Namaz kılmam, kılmayacağım" demek.

39- Allahın emir ve yasaklarından ve kanunlarından biriyle alay etmek, (mesela alaylı alaylı : Hırsızlık mı yaptın uzat kolunu, adam mı öldürdün uzat boynunu" diyerek istihza etmek veya istihza edenin gülmesine gülerek mukabelede bulunmak.

40- Küfrü icabettiren bir söz söylendiğinde onu gülerek karşılamak.

41- "İslam dini efsane ve hurafeden ibarettir" demek.

42- Ruhların kalıptan kalıba geçtiklerine inanmak.

43- Peygamberimizden sonraki hiristiyan ve yahudileri mü’min kabul etme, onların da dini haktır diye itikat etmek.

44- Kur’anın kanunlarını Allahın kelamı diye değil de akla, mantığa, ilme ve felsefeye uygundur diye kabul etmek.

45- Bir kâfire karşı muhabbet etmek. (Bu hususa bilhassa taassup derecesinde her hangi bir fıkraya fikren angaje olan kimseler dikkat etmelidir. Hele hele her şeyin sahtesinin çıkktığı günümüzde pek öyle zahire ve elfaza kapılarak hemen. "iyidir, aradığımız ve beklediğimiz olsa olsa budur" diye körü körüne birine sevgi beslememek lazımdır. Çünkü dış memleketlerden konmuş casuslar bir memleketin en yüksek idari mevkilerini işgal edebiliyorlar ve yükselebiliyorlar. Bu türlü bir sevgi dahi kişinin imanını götürür.)

46- Uzun müddet küfre hizmet etmiş ve müslümanlığa zararı dokunmuş birisini sevmek, onu desteklemek ve hakkında Allah razı olsun diye dua etmek.

47- Ölmüş bir kâfire veya İslam dinine kötülüğü dokunmuş birine "Allah rahmet eylesin" demek.

48- Kafirlerin öteden beri kendilerini müslümanlardan ayırmak için kullandıkları Haç, zünnar (v.s) gibi alameti küfür olan şeyleri takmak veya giymek.

49- Allah’ın ve dininin düşmanlarını taklit etmek, onların hallerini, tavırlarını kendisine örnek ittihaz etmek.

50- İbadetlerinde Cenabı Hakkın rızasından başkalarının hoşnutluğunu gözetmek ve başkalarının görmeleri için kulluk etmek.

51- Kendisi veli olmadığı halde velilik iddiasında bulunmak.

52- "Bu gün Kur’an-ı Kerimle dünya idare edilemez" demek veya diyen birine "doğru söylüyor" demek.

53- Allah’a (cc) peygemberimize ve peygamberlerden herhangi birine, dine veya kitaba sövmek, hakaret etmek veya söven, hakaret eden birine sevgi beslemek o anda onun yüzüne gülmek.

54- Ağıza veya göze sövmek, küfretmek.

55- Nazar değmesin diye bir şeye boncuk takmak (Allah’tan gayri bir şeyden ümit beklemek)

56- Allah dostlarından her hangi bir veli’ye düşmanlık etmek, çalışmalarını baltalamak.

57- Şeriat, dini aykırılıkları bulunmayan ve Allah’ın dinini yaymağa çalışan bir topluluğa, Kur’an’ın şeriatın öğretildiği bir müesseseye düşmanlık etmek ve onların çalışmalarını baltalamak.

58- Bir kâfirin dünyalık bir iyiliğinden dolayı cennete gireceğine kail olmak ve mesela "insanlığa bu kadar iyiliği dokunup da cennete giremiyecek olursa ben de cennet’e girmem" demek.

59- Her hangi bir sünneti ittihaz etmiş bir mü’mine "sana hiç yakışmamış" demek. (Mesela sakal ve bıyık)

60- Hakkında nas (Ayet-Hadis) olduğu açıkça bilinen, ayrıca icma ve selefi salihiyn efendilerimizin, Şah’ı Nakşi Bendi Abdulhaliki Gucduvani, İmamı Rabbani ve daha binlerce İslam büyüklerinin kail oldukları, kabul ettikleri Rabıta hakkında ileri geri laf etmek ve küfürdür, demek.

61- "Peygamber gelse kararımdan beni caydıramaz" demek.

62- "Bu işin inşAllahı maaşAllahı yok artık" demek.

63- "İşte küfrün adını günah koymuşlar. böylelerine küfür sevaptır" demek.

64- "Oruç tutup namaz kılmak neye yarar benim kalbim temiz" demek ve farzları hafife almak.

65- "İslam dini dünya işlerini geriletmiştir" demek.

66- Melaike-i kiramdan herhangi birine günah isnadında bulunmak (Harut ve Marut gibi)

67- Hastalanmayan birisine: "Seni Allah unuttu" demek.

68- Gelecekten haber verdiğini iddia eden kimseyi tasdik etmek doğru söylüyor demek.

69- "Eğer bu işi ben yapmış isem kâfirim" demek.

70- Yalan olduğunu bildiği halde "Allah biliyor ki seni oğlumdan daha çok seviyorum" demek.

71- "Allahım! rahmetini bana vermekle cimrilik etme" demek.

72- "Allah’ın hiç işi kalmamışta bu gibi şeyleri mi yaratıyor" demek.

73- "Allah falan kuluna şu kadar veriyor bana ise şu kadar veriyor. Bu adalet midir" demek.

74- "Ben bu kadar iyilikte ve hayırda bulunuyorum bütün belalar yine bana geliyor. Falan kimse ise her çeşit kötülüğü yapıyor paşa gibi yaşıyor; bu nasıl adalet" demek.

75- "Cinleri olacakları biliyor" demek.

76- "Eğer ahirette Allah hakkı ile hükmederse senden hakkımı alırım" demek.

77- "Falan kimse peygamber olsa idi ben iman etmezdim" demek.

78- "Eğer Adem Aleyhisselam buğdaydan yemese idi biz eşkiya olmazdık" demek.

79- "Falan kimse peygamber olsa idi yine de yalan konuşurdu" demek.

80- Birisini döverken "dövme" denilse o da "Gökten dövme diye ses gelse yine bırakmam" demek.

81- Kur’anın Arapça olmayıp başka bir lisanla olduğunu iddia etmek.

82- Kur’anın bazı ayetlerini alaya almak ve mesela "Ben namazımı yalnız kılarım. Çünkü Allah ’İnnessalate tenhâ’ buyurur" demek.

83- Namaz kıl diyen kimseye: "Sabret Ramazan gelsin kılarız" demek.

84- Zikirlerle alay etmek.

85- Bir günahı işlerken besmele çekmek.

86- Abdestsiz olarak bilerek namaz kılmak.

87- "Eğer Allah Cenneti bana verse, sensiz girmem" demek.

88- "Falan adamla Cennete bile girmem" demek.

89- "Falan kimse kıble olsa o tarafa yüzümü çevirmem" demek.

90- Hırıstiyan veya Yahudi, yahut başka din üzere ölenlerin azab göreceklerine inanmamak.

91- "Ramazan bitti artık namazı rafa koydum" demek.

92- Alim kıyafetine bürünüp yüksek bir yere çıkarak alay tariki ile konuşma yapmak veya böyle yapan kimsenin hareketlerine gülmek.

93- Boşanma hakkında : "Ben talak malak bilmem" demek.

94- "Hırıstiyanlık Yahudilikten daha hayırlıdır" demek.

95- Yakını ölen kimsenin. "Ey Allahım! Biz şimdi ne yapacağız sen niçin böyle yaptın" diyerek sitemde bulunmak.

96- Meşru bir sebep olmadığı halde bir kimse için "Şu adamın kanı helaldir ve mübahtır" demek.

97- "Allahü Teâlâ falan kimseyi vaktinden evvel öldürdü ve vakitsiz gitti" demek.

98- Yabancı bir kadına bakıpta : "Güzele bakmak sevaptır" demek.

99- Ahiretten bahseden kimseye . "Ordan haber veren kim? Oraya gidip gelen var mı?" demek. Günah işleyen bir kimseye "Tövbe et" denildiğinde "Ben ne yaptımda tövbe edeyim" demek

Kalbi Karartan İşler

Sual: Kalb ve yürek aynı şeyler midir? Kalbi temizlemek için ne yapmak lazımdır?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, kalb veya gönül diyoruz. Gönül, insanlarda bulunur. Hayvanlarda bulunmaz.

Bedendeki bütün organlar, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İman eden ve kâfir olan kalbdir. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir.

Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir.
Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, dinimizin yasakladığı haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir.

Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir!

Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, dinimizin emirlerine uyar, yasak ettiklerinden kaçar.

Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir.

Müminlerin kalbi temizdir. Fasıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise kapkaradır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müminin temiz kalbinde parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır.) [Taberani]

(Günah işleyenin kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbini kaplar, kalb kapkara olur.) [Harâiti]

(Günaha devam edenin zamanla kalbi mühürlenir, o artık sevap işleyemez olur.) [Bezzar]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır.

Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahü teâlâyı anarak, ibadet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar.

Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar. Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi, her sevgiyi kalbden temizlemek gerekir.

Her hastalık zıddı ile tedavi edilir. Günah sebebi ile kararan kalb, iyilik nuru ile temizlenir. Geçim ihtiyacından dolayı gelen her sıkıntı, müslümanın kalbini dünyadan soğutur ve nefret ettirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle günahlar vardır ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder.) [Hatib]
O halde, helal kazanmak için geçim için sıkıntılara katlanmak nimet olur.

Kararan kalbi temizlemek
Kalbi temiz olan hep iyi işler yapar, kalbi bozuk olan da, kötü işler yapar. Hadis-i şerifte, (Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur) buyuruldu. O halde kalbi karartmaktan sakınmalıdır.

Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: Kalbin kararmasının dört alameti vardır:
1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Namaz kılmayan ve günah işleyen kimsenin kalbi kararır, hasta olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çok gülmek kalbi öldürür.) [Tirmizi]
(Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahatı sevmek.) [Deylemi]
(Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) [İ.Gazali]

(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.) [Ebu Nuaym]

Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
İnsanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan yol kalbdir. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı dünya sevgisinin kalbi karartmasıdır. Kalbi kararan dünyayı [faydasız şeyleri] sever. Dünya sevgisi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hasıl olur. Faydasız kitap, [roman, hikaye, gazete, dergi] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadınlara bakmak, kadın resimleri [resimli dergi, filmler, tv] seyretmek, şarkı, çalgı dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.

Malı, makamı ve Allah’tan gayrisini sevmek ve günah işlemek, kalbi temizlemeye engeldir. Kalbin temizlenmesi, İslamiyet’e uymakla olur. Namaz kılmak, kalbi temizler. Kur’an-ı kerim okumak ve ölümü çok hatırlamak günah işleyince, hemen tevbe ve istiğfar etmek ve oruç tutmak kalbi temizler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estagfirullah" demektir.) [Deylemi]
(Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.) [Nesâi]

(Kalb, ekin; yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla yemek de kalbi öldürür. Kalbini az gülüp, az yemekle ihya et, açlıkla temizle ki yumuşayıp parlasın!) [İ.Gazali]

(Rutubette demirin paslandığı gibi, günah kiri kalbi paslandırır. Kalbin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyheki]

O halde kalbi temizlemek için günahlardan kaçarak dinimizin emirlerine uymamız gerekiyor.

Cenab-ı Allah'ın Güzel İsimleri

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.



Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.


Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.

b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);

"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur

Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:


1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.

2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.

3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.

4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:

a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar.

b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir.

c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.

5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..

6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).

7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).

8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.

9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.

10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.

11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamınada gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.

Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).

12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..

13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.

14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.

15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.

16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.

17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.

18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.

19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.

20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.

21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu manasını ifade eder.

22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu
Bu anlamına gelir.

23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.

24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.

25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.

26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.

27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.

28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.

29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.

30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.

31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).

32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).

33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.

34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.

35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.

36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.

37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.

38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.

39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.

40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.

41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.

42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).

43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.

44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.

45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).

46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).

47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).

48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.

49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).

50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).

51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.

52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.

53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).

54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.

55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.

56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.

57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.

58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.

59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.

60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.

61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.

62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)

63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.

64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.

65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).

66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.

67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.

68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.

69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).

70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.

71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.

72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.

73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.

74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.

75) ez-ZÂHİR:Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.

76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).

77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.

78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.

79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).

80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.

81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargıla***** lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.

82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.

83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.

84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.

85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.

86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.

87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.

88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.

89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.

90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.

91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.

92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.

93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.

94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.

95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.

96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.

97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.

98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.

99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.

Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor:

"Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "

İslam Dininde MELEK İsimleri Ve GÖREVLERİ

Melekler:

Melekler, Allah'in nurdan yarattigi varliklardir.
Onlarda erkeklik ve disilik yoktur.
Yemez, içmez, yatip uyumazlar, yorulmaz ve hastalanmazlar.
Allah'n diledigi kadar yasarlar. Yerde, göklerde ve her tarafta bulunurlar.
Melekler Allah'in her emrini yerine getirir, O'na hiç bir sûrette karsi gelmezler.

Nitekim Kur'an-i Kerim'de:

''Onlar (Melekler) Allah'in emirlerine Karsi gelmezler ve emrolunduklari seyleri aynen yaparlar

Melekler, yaptiklari islere göre üç büyük gruptur:

1.Grup:
illiyyûn, Mukarrabûn diye anilir ki, bunlar devamli olarak Allah Teâlâ'yi tehlîl ve tenzîh ile yani 'iailahe illallah'' demekle, Allah Teala'nin noksan sifatlardan münezzeh oldugunu ifade etmekle mesgul olurlar.
2.Grup:
Müdebbirât diye anilan meleklerdir ki, bunlar kainatin düzeni ile ilgili islerle görevlidirler.

3.Grup.
Peygamberlere Allah'in vahyini ulastirmakla görevlidirler .

Peygamberimize Allah'in emir ve yasaklarini ulsatiran melek Cebrail adini tasiyan melektir.


Baslica Büyük Melekler sunlardir:

Cebrâil aleyhi's-selam:
Allah ile Peygamberler arasinda elçilik yapan melektir.

Mikail aleyhi's-selam:
Tabiat olaylariyla ilgili görevleri olan melektir.

isrâfil aleyhi's-selam:
Kiyametin kopmasi ve in-sanlann öldi-ikten sonra tekrar dirilmeleri için ''sfir''a iiflemekle görevli olan melektir.

Azrail aleyhi's-selam:
Can almaya memur olan melektir.

Bilinen diğer melekler de şunlardır:

Münker-Nekir (Ölümden sonra, kabirde sorguyla görevli melekler),

Kirâmen Kâtibin/Hafaza

(İnsanların amellerini yazmakla görevli melekler),

Hamele-i Arş (Arşı taşıyan melekler),

Hazin (Cennet ve cehennemde bekçilikle görevli melekler),

Zebânî, Mâlik (Cehennemde görevli melekler),

Rıdvân (Cennette görevli melekler),

Mukarrabûn ve İlliyyûn

(Allah'a çok yakın ve onun katında üstün mevkie sahip melekler).
Aynca, devamli olarak insanlarla beraber bulunan ve insanlann yaptiklan
iyilik ve kötülükleri yazan melekler de vardir.

Bunlara: '' Hafaza, Kirâmen Kâtibîn'' denir.

Nitekim Kur'an-i Kerim'de:

''sunu iyi bilin ki üzerinizde muhafizlik yapan degerli yazicilar vardir. Onlar, yapmakta olduklarinizi bilir ve yazar.'' (40) buyurulmustur.

Meleklerin bazilari da öldükten sonra insanlara sorular sorarlar.
Bunlara da, ''Münker-Nekir'' veya ''Münkereyn'' denir.
Bilinmedikleri ve taninmadiklan için bu adla anilmaktadirlar.

Melekler, son derece kuvvetli ve sür'atli varliklardir. Bizim yapamadigimizi onlar kolayca yapar, ulasamadigimiz yerlere çabucak ulasirlar.

Meleklerin sayilarini ancak Allah bilir.


Meleklerin temel görevleri, Allah'a kulluk etmek; O'nun emirlerini yerine getirmektir.

Peygamber Duaları

Kur’an’da Geçen Peygamber Duaları


“Ey Rabbimiz!Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıkları bağışla. Adımlarımızı sağlamlaştır ve hakikati inkar eden kafirlere karşı bize yardım et.” (Ali İmran,3/147.)

Bir fiil dua örneği olan sabır, görevde sebat edip gerekli tüm tedbirleri aldıktan sonra Allah’tan zafer dilemek” bütün peygamberlerin dualarına konu olan ortak bir tema ve ortak bir tavırdır.

Bu bölümde Kur’an’da örnek gösterilen peygamber dualarını göz önüne sermeye çalışacağız. Bu örnek dualar, “peygamberlerin ağzından ilahi kelamın beyan edişi” ile Kur’an’da yer almaktadır. Tüm gerekli ayrıntılarına rastlayabileceğimiz bu model dualar, bir işin başında, ortasında ve sonunda; bir sevinç veya üzüntü esnasında Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’ın merhametine sığınma şeklinde olmaktadır.

1-Adem a.s ve eşinin yaptığı yakarış

Adem a.s ve eşinin günahı itiraf, tevazu ve gönülden yakarışın sözlü ifadeleri olan bu duaları, ilahi mağfirete muhtaç olan bütün insanların örnek alması gereken bir muhteva ile tefekkür ehlinin ilgisini beklemektedir:
“Ey Rabbimiz!
Biz kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz bize merhamet etmezsen, ebediyyen kaybedenlerden olacağız.”(Araf,7/23.)

2)-Nuh Peygamber

a) Tebliğ ve İnayet Duaları
Nuh Peygamber bütün Elçiler gibi başarısını da başarısızlığını da sıkıntısını da mutluluğunu da Alemlerin Rabbi Olan Allah’a itiraf etmiş, O’nunla dua formunda konuşup dertleşmiştir:
“Ey Rabbim! Senden hakkında bilgi sahibi olmadığım her hangi bir şeyi istemekten sana sığınırım. Çünkü beni bağışlamaz, beni acıyıp esirgemezsen şüphesiz kaybedenlerden olurum.” (Hûd,11/47.)
Ey Rabbim! Ben halkıma gece-gündüz çağrıda bulunuyorum. Ama bu çağrım onları senden daha da uzaklaştırmak(tan başka bir işe yaramadı). Ve doğrusu onlara bağışlayıcılığını göstereceğin ümidiyle ne zaman çağrıda bulunduysam parmaklarını kulaklarına tıkadılar; günahkarlık giysilerine büründüler; daha fazla inada kapıldılar ve boş gururlarında daha da azgınlaştılar. Doğrusu ben onları açık açık çağırdım. Onlara açıktan tebliğde bulundum; ayrıca onlara gizlice özel olarak da konuştum. Ve dedim ki: Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını dileyin; çünkü o kuşkusuz bağışlayıcıdır. (Nuh Suresi,71/5-10.)
“Ey Rabbim! Onlar bana tamamen karşı çıktılar, zaten onlar serveti ve çocukları yüzünden hızla yok olmaya doğru giden kimselere uyarlar; ve sana karşı en korkunç tuzakları kuranlara; çünkü onlar (kendilerine uyanlara): ‘İlahlarınızı hiçbir zaman terk etmeyin; ne Vedd, ne Suva ne Yeğûs, ne Ye’ûk, ne de Nesr’i terk etmeyin’ demişlerdi. Onlar böylece çoğu kimseyi saptırdılar. O halde Sen bu zalimlere yalnızca özlem duydukları şeylerden uzaklaşmalarını emret!” (Nuh,71/21-24.)

Nuh peygamber tevazu sahibi bir gönlün en güzel yakarış örneklerini sunduğu dualarında, Allah’a teslimiyetin Cahiliyye toplumundan tam bir kopuşla kopmayı gerektirdiğini de göstermiştir:
“Ey Rabbim! O cahillerin beni yalanlamalarına karşı bana yardım et. Ey Rabbim! bu kafirlerin yalanlamalarına karşı bana destek ol!” (Mü’minûn, 23/26,39.)
Nuh peygamber gece-gündüz, gizli-açık bıkıp usanmadan hakikati halkına anlatmıştır. Onu yalanlayan, kendisine sebatından ve direngen onurlu duruşundan dolayı kavmi ona “budala” demişti. O, bu çaresiz durumdan kurtuluş için zalimlerle uzlaşma yolları aramamış, her salih müminin yapması gerektiği gibi kalbinden geçenleri Allah’a tevekkül ederek şöyle arz etmiştir:
“Doğrusu ben yenik düştüm, artık sen gel ve bana yardım et!” (Kamer,54/10.)

b)-Helak İçin Kahhariye Yakarışları

Kahhariye duaları, onulmaz hatalar işledikleri halde hiçbir kurtuluş gayreti göstermeyen kafir ve zalim bir toplumun sınır tanımaz ayartılarına karşı Allah’tan istenen bir tür yardım, görece başarısızlıkların itiraf edilip Allah’a tevekkül etmektir. Bir sabır âbidesi ve bir direniş timsali olan Nuh peygamber, fesadı ve sapıklığı inatla sürdüren ve artık bütün uyarılara kulak tıkayan halkının kalpleri çürüten, tüm toplumu ifsad eden hataları dolayısıyla helak edilmeleri için şu yakarışlarda bulunmuştur:
“Ey Rabbim! İşte halkım beni yalanladı. Bu yüzden benimle onlar arasında gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koy. Beni ve benimle beraber olan müminleri kurtar!” (Şuara,26/117-118.)
“Ey Rabbim!Yeryüzünde bu hakikati inkar edenlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan , Sana kulluk edenleri hep saptırmaya çalışırlar ve yalnızca fesada ve inatla sürdürülen kafirliğe sebep olurlar.
Ey Rabbim! Bana, anneme-babama, evime mümin olarak giren herkese ve daha sonraki bütün mümin kadınlara ve erkeklere bağışlayıcılığını göster ve zulüm işleyenleri her zaman helake uğrat!” (Nuh,71/21-24,26-28.)

c) Güvenli Belde Duası

Tufan’dan ilahi yardımlarla kurtulan Nuh peygamber gemide Allah’a hamd ederek mübarek bir menzile/şirkin uğramadığı kutsal bir konaklama yerine ulaştırması için şöyle yakarmıştır:
“Bütün övgülerin gerçek layığı olan ve bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allahım! Senin tarafından kutlanmış, güvenli kılınmış bir yere eriştir beni. Çünkü insana erişmesi gereken yere nasıl erişeceğini en iyi gösteren sensin.” (Müminun,23/29.)

d) Hamd Duaları

Mü’minlerle birlikte yolculuk hazırlıklarını tamamlayıp gemiye bindiği zaman emredildiği gibi Allah’a şöyle övgüde bulunmuştur:
“Hamd, bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a aittir.” (Mü’minûn,23/28.)

3- Lût Peygamber

a) Tevekkül ve Nusret Duası
Lut peygamber onca uğraşına rağmen toplumsal kirlenmenin yol açtığı ahlaki çöküşten, arınmak isteyen bir iki mümini beri tutabilmiştir. O, tebliğ ve öğütle ıslah olmaya niyeti olmayan, günaha dibine kadar batmış, ahlaki çöküntü halinin tüm toplumu sarıp çürüttüğü bir ortamda, yine de çoğunluğa değil hakikate teslim olmuş, mücadelenin tıkandığı noktada Allah’ı yardıma çağırmıştır.
Kötü ahlakı din edinmiş bir toplumda, tek bir mescid olan hanenin sahibidir Lut peygamber. Bozgunculuğu bardağı taşıran bu iflah olmaz halkın, şehrin en ıssız köşelerinde ve en kalabalık mekanlarında dahi sınır tanımayan günahlarından Lut a yılmıştır. Gerekli çalışmaları yaptığı halde, düzelmemekte inatla ısrar eden nefislerine zulmeden bu halka karşı Allah’tan nusret/yardım istemiştir:
“Ey Rabbim!Bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açan bu insanlara karşı bana yardım et.”(Ankebut,29/30.)
“Ey Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapa geldikleri kötülüklerden kurtar.”(şuara,26/169.)

b) Hamd Duası

Lut peygamberin karısı ve tüm hemşehrileri helak eden bir yağmurla cezalandırılmışlardır. Bu korkunç yağmurun getirdiği dehşetli günden sonra, şehirde hiçbir canlılık emaresi kalmamıştır. Öte yandan Sünnetullah gereğince Rabbimiz Lut peygamber ve ailesinden mümin olanları kurtarmıştır. Böylesi bir kurtuluş tabii ik, Allah’a hamd etmeyi, şükr etmeyi gerektirmektedir. Lut peygamber de öyle yapmıştır:
“Hamd/bütün övgüler Allah’a yaraşır. Selam olsun O’nun seçtiği kullara. Zaten Allah insanların ilahlaştırdıkları her şeyden daha üstün, daha hayırlı değil mi?” (Neml, 27/59.)

4-5.)- İbrahim ve İsmail Peygamberler

Putların ve putların korkulu rüyası, cesaret ve hikmet timsali İbrahim Peygamberin Allah’a yakarışları çoğunlukla kabul edilmiştir. Fakat soyundan gelen herkesin ebediyyen şirkten ve cehennemden korunmasını istemesi, Sünnetullah’a aykırı olduğu için kabul edilmemiştir.

a) İstiğfar ve İnayet, Tevekkül ve Beraat Duası

Ey Rabbimiz! Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz; çünkü bütün yolların varışı sanadır. Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkar eden kafirler için bir oyun ve eğlence aracı yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz, çünkü tek kudret ve hikmet sahibi olan Sensin.”(Mümtehine, 60/4-5.)
İbrahim peygamber ve onunla hak yolunda dayanışma içinde olan müminlerin bu yakarışı “üsvetün hasene/güzel örnek” olarak takdir edilmiştir. Düşmanlık ve nefreti hak etmiş müşrik bir toplumdan derin bir kopuş yaşarken İbrahim a ve dostları Allah ile bir pazarlığa girişmemişlerdir. Onlar her şeylerini feda edecekleri ve her şeyleri ile feda edilmeyi kabul edebilecekleri andı ile imana gelmişlerdir. Yine onlar tevekkül ile sığınılması güvenilmesi gereken tek dostun, tutulması gereken tek kulpun Allah’ın eli ve O’nun kulpu olduğu bilincini kuşanarak ellerini duaya kaldırmışlardır.
İbrahim a ve onunla birlikte bulunan müminlerin yapamadıklarından ve hatalı eylemlerinden dolayı istiğfar dilediği bu dua, aynı zamanda Kafirlerin fitnelerinin elinde izzetsiz, onursuz bir oyuncak olmaktan muhafaza edilmeyi de içermektedir. Bu bir imtihandan kaçmak fiili değildir; iyilik için seferber edilecek olanakların kafirlerin çıkardıkları fitneler tarafından yenilip yutulmasından endişe etmektir. Onların fitneden korunmayı dilemeleri, zalimlerle birlikte uzlaşarak yaşamayı da istemek de değildir. Çünkü onlar Allah’ın rızası dışında kalan ne varsa terk etmişler, Cahiliyye toplumuyla kurulması gereken beraat temelli bir ilişkinin imkanlarını göstermişler ve sönmeyen bir dua meşalesini biz müminlere miras bırakmışlardır.

b) Muttakilere Önderlik Yapacak Salih Evlatlar İçin Yakarışı

İbrahim peygamber ilerlemiş yaşına rağmen çocuk sahibi olamamış; fakat o sonsuz güç ve merhamet sahibi olan Allah’tan ümidini kesmemiş, içten yakarışlarla salih nesiller sahibi olmak için yalvarmıştır. Bu yakarışları karşılıksız bırakmayan Rabbimiz onu Risalet görevini devr edebileceği, namazında devamlılık gösteren, kuşaklar boyu muttakilere önderlik edecek salih evlatlarla ödüllendirmiştir. O da nankörlük etmeyerek bu ödüllere karşılık, dualarla Allah’ı hamd ederek yüceltmiştir. İşte onun salih evlatlar için yaptığı dualar ve bu kabulün ardından onların şeytani amellere karşı Allah’an güvence istediği yakarışları:

“Ey Rabbim! Bana dürüst ve erdemli olacak çocuk(lar) bağışla.” (Saffât,37/100.)
“Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye –senin kutsal evinin yakınına- yerleştirdim ki, ey Rabbimiz, namazı devamlılık ve duyarlılık içinde yerine getirsinler; öyleyse insanların kalplerini onlara meylettir, ve onlara verimli-bereketli rızıklar bahşet ki şükretsinler.
Ey Rabbimiz! Şüphesiz gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilen Sen’sin: Çünkü yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. En içten övgüler, kocamış halimle bana İsmail’i ve İshak’ı armağan eden Allah’a özgüdür. Duaları/yakarışları eşsiz bir şekilde işiten elbette benim Rabbimdir.
Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelen insanları namazda devamlı ve duyarlı kıl. Ve ey Rabbimiz, bu duamı kabul buyur; Hesab’ın görüleceği Gün, beni, anamı ve bütün müminleri bağışla.” (İbrahim,14/35-41.)

c) Sonsuza Dek Yaşayacak Bir Güvenlik Kuşağı İçin Yakarış

Azimet sahibi, görevine sıkı sıkıya bağlı olan put kırıcı İbrahim ve İsmail peygamberler, seçilmiş kabe ve çevresini kendileri ve gelecek Müslüman kuşaklar için şirkten arındırılmış güvenli bir bölge yapmayı amaçlamışlardır.
İbrahim peygamberin muttakiler için ebediyyen güvenli olacak bir belde istediği yakarışını Yüce Allah kabul etmiş bu günkü Kabe’nin içinde yer aldığı Mescid-i Haram’ı lutuf buyurmuştur.
İşte yeryüzündeki ilk mescid olan Kabe’yi Allah’ın buyruğu gereğince dünya üzerinde yaşayacak gelecek nesiller için şirkten azade kılınmış bir anavatan-bir başkent olarak inşa ederken İbrahim ve İsmail peygamberlerin yaptıkları dua:
“Ey Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan ebediyyen uzak tut! Çünkü ey Rabbim, bu tapınma nesneleri gerçekten insanların pek çoğunu yoldan çıkardı. Ey Rabbim! Buraları muvahhidler için ebedi bir güvenlik kuşağı kıl ve halkından Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere bereketli rızıklar bağışla. Ey Rabbimiz! Bu amelimizi kabul buyur. Sensin her şeyi bilen her şeyi duyan; bizi sana teslim olanlardan kıl ve soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan. Ey Rabbimiz! Soyumuz içinden onlara senin mesajlarını iletecek vahyi ve hikmeti öğretecek ve onları arındırıp tertemiz kılacak bir elçi çıkar. Çünkü yalnız Sensin kudret ve hikmet sahibi. (Bakara,2/126-129.)

d) Dünyada Takva ve Hikmet; Ahiret’te Af ve Cennet İçin Yakarışı

İbrahim peygamber ıslah olmamakta direten, kalbini hidayete açmaya halkı ile hesaplaşırken destek ve yardımı sadece Allah’tan istemiştir. Ayrıca O, bir hicab duymadan diğer peygamberler gibi, Ahirette cennet nimeti ile lütuflanmayı istemiştir. Cenneti Allah’ın sonsuz merhametinin salih kullarına yönelilk bir tezahürü olarak gören İbrahim a cenneti birkaç huriden ibaret görerek küçümseyenler gibi, onu istemekten hicab duymamıştır.
İşte İbrahim a’ın Allah’tan olayları doğru değerlendirebilecek bir hikmetli kavrayış yeteneği, salihlerle dayanışmada ilahi destek istediği, takva temelinde yükselen hikmetle yoğrulmuş bir dünya hayatı ve onun meyvesi olan ebedi mutluluklar diyarını istediği yakarışı:
Ey Rabbim! Bana doğru ile eğrinin ne olduğuna hükmedebilme bilgi ve yeteneğini bağışla ve beni salih insanların arasına kat. Ve gerçeği benden sonrakilere ulaştırabilme gücü ver bana. Ve beni o nimetlerle dolu cennetin varislerinden biri yap! Ve babamı bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlar arasında. Ve herkesin yeniden diriltileceği gün beni utandırma! O Gün ki, ne malın ne mülkün ne de çoluk çocuğun bir yararı olmayacaktır. Yalnızca Allah’ın huzuruna kötülükten arınmış bir kalple çıkanlar kurtulacaktır.”(Şuara,26/83-89.)

6- Yusuf Peygamber

a) Günah’tan Allah’ın Sonsuz Kudretine Sığınış Duası
“Ey Rabbim! Benim için hapis bu kadınların zina isteklerine boyun eğmekten daha iyidir. Çünkü sen onların oyunlarını-tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben o zaman onların ayartmalarına kapılır doğruyu-eğriyi seçemeyen kimselerden olurum.”(Yusuf,12/33.)
Günaha bulaşmaktansa zindana girmeyi daha evlâ görecek kadar duyarlılık sahibi, bir erdem, hikmet ve iffet timsali olan Yusuf peygamber bu duasıyla ahlaksız teklifle karşılaşan iffet sahibi Müslüman bir erkeğin takınması gereken tavrı, bununla birlikte sığınıkların en güvenlisi olan Allah’a nasıl bir tevekkül ile yöneleceğimizi göstermiştir.

b) Şükür ve Adanış Duası

Yusuf peygamber bu duasında “hayatın yegane amacının Allah ile yakınlık kurup, adanmış biri olarak canı sahibine teslim etmek olduğu”nu örnek bir yakarışla dile getirmiş, Rabbimiz bu yakarışı tüm zamanlarda yaşayacak müminler için örnek olarak Kitab’ına almıştır:
“Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin; olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve Ahiret’te benim yakınımda-yanımda olan, beni koruyup destekleyen Sen’sin: Canımı bütün varlığıyla kendini sana adamış biri olarak al ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat!”(Yusuf,12/101.)

7-Eyyub Peygamber

Eyyub peygamber dert ve sıkıntıların da en az Allah’tan gelen huzur ve mutluluklar kadar değerli olduğunun idrakine varmış ender insanlardandır. O ağır hastalığının yol açtığı derin umutsuzluklara rağmen uzun yıllar sabretmiş ve sonunda ilahi bir işaretle ayağını yere vurarak çıkardığı şifalı mucizevi su sayesinde tüm dertlerinden kurtulmuştur.
Rabbani bir lütuf olarak gelen şifa öncesinde Eyyub peygamber Allah’ın merhamet sıfatına sığınarak şöyle yakarmıştır:
“Ey Rabbim! Bu dert beni buldu; ama Sen merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya,21/83.)

8- Şuayb Peygamber

Tahkim ve Tevekkül Duası
Döneminin en yaygın şirk işleme biçimi olan ekonomik soyguna karşı yılmadan cihad eden adalet timsali Şuayib peygamber kendisini ve az sayıda mümini sürmek veya öldürmek için planlar kuran zalim topluma karşı Allah’a sığınmıştır. O ve yandaşı olan müminler tevekkülü zırh edinerek hak yoldan sapmayacaklarını ve sonuna kadar direneceklerini ilan ederek Allah’a şöyle yakarmışlardır:
“Ey Rabbimiz!Bizimle halkımız arasında hak neyse ortaya çıkar. Çünkü hakkı ortaya çıkaranların en hayırlısı sensin.” (A’raf,7/89.)

9-10) Musa-Harun Peygamberler

Yeryüzünün en muktedir hükümdarlarından biri olan Firavun’a karşı kararlılıkla mücadele eden ve adalet için kesintisiz bir özgürlük cihadı başlatan Tevhid Dini’nin önderlerinden Musa peygamberin Kur’an’da çok sayıda duası zikredilmektedir.

a) İstiğfar Duası

Musa peygamberin Risalet’inden önce sebep olduğu kaza ölümünden dolayı Allah’tan af dileyen yakarışı:
“Ey Rabbim! Ben kendime yazık ettim. Beni bağışla...Ey Rabbim!Bana bahşettiğin nimetler hakkı için bir daha suçlulara arka çıkmayacağım.”(Kasas,28/16-17.)

b)İstiâze (Allah’a sığınış) Duası

Musa a’ın sebep olduğu ölümcül kazadan sonra, maktülün Firavun ırkından olması Mısır adaletine güvenmemesi sonucunu doğurmuş ve idam fermanı verilmiş bir suçsuz olarak korkuyla Allah’a sığınışı:
“Ey Rabbim! Zalimlere karşı beni koru.”(Kasas,28/21.)

c) İnayet Duası

Musa a’ın Medyen’de bir sığınak ararken Allah’tan yardım istemek için yaptığı yakarış:
Ey Rabbim! Bana bahşedeceğin her hayıra öyle muhtacım ki.”(Kasas,18/24.)

d) Daimi Hicret ve Beraat Duası

Musa peygamber, bu duası ile manevi olarak kirlenmiş bir Cahiliyye toplumuyla arasında varolması gereken perdeyi –daimi hicret ve beraat halinde yaşama bilinci-ni dile getirmiş, kalbini arınmaya açık tutan müminlere örnek yakarışını miras olarak bırakmıştır:
“Ey Rabbim!Benim sadece kendime ve kardeşime sözüm geçiyor. O zaman bizimle bu sapkın halk arasına bir çizgi çek.”(Maide,5/25.)

e) İnşirah ve Sültan Duası

Musa peygamber mücadelenin başında yaşadığı sıkıntılı halini Rabbine açmıştır. Görevin zorluğundan kaynaklanan göğsün daralması, ilahi bir lütuf olan inşirah ile açılaktır. Bu sebeple O, Allah’tan inşirah/göğsüne ferahlık vermesi ve Sültan/destekleyici maddi-manevi güçler vermesi için şöyle yakarmıştır:
“Ey Rabbim!Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsümün daralacağından ve dilimin dilimin dolaşacağından korkuyorum; bu yüzden bu işi Harun’a tevdi et.”(Şuara,26/12-13.)

“Ey Rabbim! İçimi senin aydınlığınla genişlet, görevimi bana kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki söyleyeceklerimi tam olarak anlayabilsinler; ve bana yakınlarımın arasından yükümü paylaşacak bir yardımcı tayin et: Kardeşim Harun’u mesela, onunla benim gücümü pekiştir; görevimden ona da bir pay ver ki, insanların katında senin yüceler yücesi adını daha da yükseklere çıkaralım; ve seni sürekli analım; muhakkak ki sen bütün varlığımızla bizi görmektesin.”(Taha,20/25-35.)
Musa peygamberin bu duasında bir salih amelin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin şu dersler çıkarılabilir: işe Allah’ın yardımını talep ederek O’nun adı ile başlamak; kendimiz gibi olanlarla dayanışma içinde olmaya çalışmak-bireysel hareket etmemek/güç birliği yapmak; başarıda da başarısızlıkta da Allah’ı anmaktan asla vazgeçmemek...
Musa ve Harun peygamberler Firavun’a gitmeden önce Allah’tan istedikleri inşirah ve sültan talebini birlikte yaptıkları dualarla da dile getirmişlerdir:
“Ey Rabbimiz! Firavunun bize düşmanca davranmasından yahut azgınlıkta devam etmesinden korkarız.”(Taha,20/45.)

f) Kafir Toplumun Elinden Kurtuluş Duası

Musa a başarıya ulaşmış, ilahi yardımların mucizevi etkileri tesirini göstermiştir; Firavun’un uzman bürokratlarının ilahi hakikate teslim olup ebedi hidayet talep edişleri de dua ile olmuştur:
“Ey Rabbimiz! Dar zamanda bize sabır ihsan et ve yürekten sana bağlanan kimseler olarak canımızı al. Ey Rabbimiz! Bizi zalim bir topluluğun elinde rezil-rüsvay etme, bu kafir toplumun elinden lütfunla kurtar bizi.”(A’raf,7/125.)

g) Helaktan Muhafaza Duası

Tur’dan döndükten sonra kavmini buzağıya taparken görmesi Musa peygamberi onu çok üzmüştü. Gerekli uyarıları yaptıktan sonra ilk iş olarak şirk suçunun muhatabı olan Allah’tan özür dilemek üzere toplu bir yakarış gerçekleştirmiştir. Kavmi içinden seçtiği yetmiş adam ve kardeşi Harun olmak üzere toplam yetmiş iki duyarlı insan, ruhlarını saran büyük bir manevi sarsıntı eşliğinde helaktan muhafaza buyurması için Allah’a şu yakarışta bulunmuşlardır:
“Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla ve rahmetine kabul et; çünkü Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Ey Rabbim! Eğer dileseydin sana şirk koşanları daha önce yok ederdin ve onlarla beraber beni de. İçimizden bir takım dar kafalıların yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? Bütün bunlar senin bir imtihanından başka bir şey değil; ki onunla dilediğinin sapmasına fırsat verir, dilediğini de doğru yola sokarsın. Bizim velimiz sensin öyleyse bizi bağışla. Bize acı, çünkü bağışlayanların en hayırlısı sensin. Bizim için bu dünyada da Ahiret’te de iyi ve güzel olanı yaz. Bak işte pişmanlık içinde sana yöneldik.”(A’raf,7/151,155-156.)
Helak edilmeye layık olan sadece kafirler ve onların yardakçıları münafıklardır; bu yasa gereği şirke karşı mücadeleden vazgeçmeyen Musa-Harun peygamberler ve imanını salih amellerle takviye eden yetmiş mümin kişiden oluşan topluluğa Allah rahmetini indirmiş, onları affetmiş, helak yasalarının işleyiş süreci durmuştur. Samiri hariç halkın diğer kesimleri bu şirk suçunu işlemekte ısrar etmedikleri için onlar da Allah’ın rahmetinden nasiplerini almışlardır.

h) Helak Duası

Musa peygamber hiçbir uyarının artık fayda vermeyeceği derecede duyarlılıklarını yitirmiş Firavun ve refahtan şımarmış azgın çevresinin mücadelenin nihayetinde helak edilmesini niyaz etmiştir:
“Ey Rabbim! Gerçek şu ki, Sen Firavun ve onun seçkinler çevresine dünya hayatında görkem ve zenginlik verdin. Öyle ki, bunun sonucu olarak onlar da ey Rabbim! başkalarını Senin yolundan çeviriyorlar! Ey Rabbimiz! Öyleyse artık onların zenginliklerini silip yok et! Kalplerini katılaştır! Çünkü onlar çetin azabı görmedikçe inanmayacaklar.” (Yunus,10/88.)

11-12) Davud-Süleyman Peygamberler

a) Adil Bir Hükümranlık İçin Yakarış
Süleyman peygamber, İslam’ın yücelmesi için seferber edebileceği büyük bir hükümranlık vermesi için Allah’a yakarmış ve duası makbul olmuştur. Tarihte eşine ender rastlanan bir güç ve iktidara malik olduğu halde O, sahip olduğu her şeyi, hiç şımarmadan Tevhid Dini İslam’ın hizmetinde kullanmıştır. İşte insanlığa örnek olarak Kur’an’da anılan bu büyük hükümranlık için yapılan yakarış:
“Ey Rabbim! Günahlarımı affet, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; çünkü sen bol bol veren lütuf sahibisin.”Sad,38/35.)

b)Hamd Duası

Davud ve Süleyman peygamberler kendilerini ilim vererek peygamber yaptığı için Yüce Allah’a hamdetmişler; vahiy nimetine nankörlükle değil şükran ifadesiyle karşılık verdikleri için insanlığa örnek dualarıyla Kur’an’a anılmayı hak etmişlerdir. Onların örnek hamd edişleri şöyle olmuştur:
“Bütün övgüler bizi iman eden öteki kullarından üstün kılan Allah’a attir.” (Neml,27/15.)

c) Şükür ve Şirke Karşı Güç Birliği Yakarışı

“Ey Rabbim! İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana-babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım. Ve hep senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni rahmetinle dürüstlük ve erdemlilik timsali salih kullarının arasına kat.”(Neml,27/19.)
Büyük bir iktidar sahibi olan Süleyman peygamber bu duası ile Yüce Allah’ın bahşettiği her türlü nimete karşı şükran duyduğunu itiraf ederek ilan etmiştir. Yüzeysel bakıldığında, sıradan yöneticilerde rastlandığı gibi böyle kudretli bir hükümdarda her şeye burun büken bir şımarıklık, gurur ve kibir ilk göze çarpan özellik olurdu. Fakat O ilahi vahyin eğitiminden geçtiği için ahlakı, ne kadar güç sahibi olursa olsun alçakgönüllü olmayı sürdürmesini gerektirmiştir. Bu yüzden tevazu ile nankörlüğe tenezzül etmeyen bir salih kul olarak, daima kendisi gibi müminlerle dayanışma içinde olmayı dilemiştir.
Davud a’ın oğlu olan Süleyman peygamber bütün ihtişa(**YASAK KELIME)na rağmen servetinin Allah’ı unutturmasına izin vermemiştir. İktidar ve zenginlik sahibi diğer insanların aksine Rabbini çok anmasıyla alemlere örnek olmuştur.

13- Yunus Peygamber

Yunus peygamber uyarılarının bir işe yaramadığını gördüğü halkını Allah’tan izin almadan sabırsızca terk etmiştir. Öfkeyle çıkıp gittiği şehirden çok uzaklarda, batmak üzere olduğu için yüklerinin hafifletilmesi kararı alınan bir gemide yolculuk ederken kura kendisine çıkmıştır ve bir anda kendisini balığın karnında bulmuştur. Bu sonuçtan hikmetli bir ders çıkaran Yunus a tahammülsüzlüğünden kaynaklanan hatasını itiraf ederek balığın karnında, tevazu, günahı itiraf ve istiğfar içeren bir yakarışla halini Allah’a şöyle arz etmiştir:
“Allahım! Senden başka ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle Sen her şeyin üstündesin. Doğrusu gerçekten ben büyük bir haksızlık yaptım.”(Enbiya,21/87.)
Sahile sağ selamet bir şekilde Allah’ın yardım ile çıkan Yunus peygamber hemen terk ettiği halkının yanına koşmuş ve onları bıraktığından daha iyi bir durumda pişman olmuş bir vaziyette ıslah olma cehdi içinde bulmuştur.

14- Zekeriyya Peygamber

Zekeriyya peygamber çocuğu olmayan olgun bir müminin zürriyet sahibi olmak için Allah’a nasıl yakarması gerektiğine ilişkin bir numune olarak Kıyamet’e kadar yaşayacak insanlar için güzel bir örnektir. İşte genç kuşakların kalbini vahiyin ışıklarıyla doldurmak için yanıp tutuşan ve İslami irşadın kesintisiz bir şekilde devam etmesi için çırpınan bir arınmışlık timsali Zekeriyya peygamberin yakarışı:
Ey Rabbim! Doğrusu artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı, ama şimdiye kadar ey Rabbim sana yönelttiğim dualarda cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.Ve gerçek şu ki ben göçüp gittikten sonra yakınlarımın yapacaklarımdan kaygı duyuyorum; çünkü karım baştan beri kısırdı. Öyleyse bana katından benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet. Ki, bana ve Yakub’un Evi’ne mirasçı olsun, ve Sen ey Rabbim, onu hoşnut olacağın bir ahlakla donat.
Ey Rabbim Rahmetinle bana güzel bir zürriyet bağışla, zira Sen her yakarışı duyarsın. Beni çocuksuz bırakma! Fakat beni varissiz bıraksan bile biliyorum ki, herkes göçüp gittikten sonra kalıcı olan biricik varlık sensin. (Meryem,19/3,4,5; Ali İmran,3/38;Enbiya,21/89.)

15- İsa Peygamberin Duaları

Maide/sofra Duası
İsa a insanların sahip olabildikleri bütün rızıkların asıl sahibi olan Allah’tan kalpleri pekiştiren, sonsuz bir güvene eriştiren maddi-manevi bereketler için kaynaklık edecek bir sofra istemiştir:
“Ey Allahım, Ey Rabbimiz! Gökten bize bir sofra gönder; o bizim için –ilkimizden sonucumuza kadar- sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve senden bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin.” (Maide,5/114.)

16- Muhammed Mustafa SAV’in Duaları

a) Besmele Duası
“Ey Rabbim! Girişeceğimi her işe doğruluk ve içtenlik üzere girmemi, bırakacağım her işten de doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından bir sültan/destekleyici bir güç-bir tutamak bahşet.” (17/80.)
Peygamberimiz Muhammed S’in bu duası, gecenin derinliklerinde, teheccüd ve Kur’an tilaveti için kıyam ettiğinde, gün’e diri bir ruh ve Tevhid bilinçle başlaması için Yüce Allah tarafından öğretilmiştir. “Allah’ın yardımı olmadan hiçbir işi başaramayacağımız” gerçeği, duada öne çıkan önemli ögedir. Yine her işe dua ile ve Allah’ın adı ile başlanması gerektiğine ilişkin vurgular taşıyan bu yakarış, bütün eylemlerimizde Rabbimiz’in rızasını asla hatırdan çıkarmamamızın lüzumunu işlemektedir.

b) Tevhid Duaları

İstiâne(yalnız Allah’tan yardım dileme) duası
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha Suresi,1/5.)

Tevhid ve Ebedi Hidayet Duası
İman ettikten sonra insanların kalplerinin eğrilmesi mümkündür. Bunun için hidayetten sonra Allah’ın Hadi ve Mü’min sıfatlarının sağlayacağı güvenlik şemsiyesi altında kalıp, daimi bir koruma istemek gerekir. İşte bu gerçeği hatırlatan Rabbimizin, peygamberimizden ve onun ümmetinden istediği en güzel yakarış örnekleri:
“Bizi dosdoğru yola ilet! Nimet verdiklerinin yoluna, gazabına uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.” (Fatiha Suresi,1/6-7.)
Allah’ın gelmiş geçmiş ve halen yürürlükte olan hükümleri arasında ayırım yapmadan iman etme ve dünyevi sorunlar tarafından kuşatma altında olan imanımızı sonsuza dek muhafaza edebilmemiz için, peygamberimize ve ümmetine tavsiye edilmiş diğer yakarış örnekleri:
“Ey Rabbimiz! Derin kavrayış sahipleri dışında hiç kimse ders almasa da ilahi kelamın Muhkem, müteşabih tüm beyanlarına inanır; onlar arasında ayırım gözetmeyiz. Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi hakikatten bir daha saptırma ve bize rahmetini bağışla, Sensin hakiki Lütuf Sahibi. Ey Rabbimiz! Geleceğinde hiçbir kuşku bulunmayan O Gün’ü görüp yaşamaları için mutlaka insanlığı bir araya toplayacaksın. Tanıklık ederiz ki, Allah vadini yerine getirmekten asla kaçınmaz.”(Ali İmran,3/7-9.)

Tevhid ve Tevazu Duası
İlahlıkta ve Rablikte ortağı bulunmayan Yüce Allah, Peygamberimizin şahsında tüm müminlerin tevazuyu nasıl kendilerine şiar edineceklerini dua formunda öğretmektedir:
“Ey Egemenlik Sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltir dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu Sen istediğini yapmaya kadirsin. Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Ali İmran,3/26-27.)

Hamd Duaları
Hamd; Allah’ı övmek, O’ndan başkasına O’na rağmen değer vermemektir. Tevhid’in tüm hayata hakim kılınması gereken ibadet boyutunda yer alan hamd ihmale gelmeyecek kadar önemli bir tutumdur. Bu tutumun sözlü olarak daima dile getirilmesi, fiili olarak da her anımızı kuşatmalıdır.
“Her türlü hamd/övgü yalnızca bütün alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Hesap Günü’nün yegane hakimi olan Allah’a mahsustur.” (Fatiha,1/1-4.)
“Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve parlak aydınlığı var eden Allah’a özgüdür. Hakikati bile bile inkar edenler başka güçleri Rableri ile eş tutarlar.” (Enam,6/1.)
“Bütün övgüler Allah’a yakışır. O Allah ki, kuluna ilahi kelamı indirmiş ve onun anlaşılmasını güçleştirecek hiçbir çapraşıklığa yer vermemiştir.” (Kehf,18/1.)
“Hamd göklerde ve yerde ne varsa tümünün gerçek maliki olan Allah’a mahsustur. Ahirette de hamd O’na mahsus olacaktır. Yalnız O’dur hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan. O, toprağa giren ve çıkan her şeyi, ondan çıkan her şeyi, gökten inen ve ona yükselen her şeyi bilir. O, tek başına rahmet kaynağıdır, mağfiret sahibidir.” (Sebe,34/1-2.)
“Her türlü övgü göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri iki, üç veya dört kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O dilediğini kendi yaratılış alemine katıp onu genişletir. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir. Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz. Ve O’nun kapattığını da kimse açamaz. Çünkü O, kudret ve hikmet sahibidir.” (Fatır,35/1-2.)

Tevekkül Duası
Kıyamet’in zamanı vb. Gaybî konular sınırlı bir şekilde bilinebilir. Bu yüzden insan idrakiyle bilinemeyecek olan alanlara ilişkin çabalar boşunadır. Peygamberimiz Muhammed S’e böyle bir yakarışla haddini bilmezlere cevap vermesi istenmiştir:
“Ey Rabbim! İnsanlarla aramızda hakça hüküm ver! Rabbimiz sizin (O’na ve fiillerine ilişkin gaybı taşlamak anlamına gelen) tüm tanımlama gayretlerinize karşı yardımına başvurulacak yegane hakimdir.” (Enbiya, 21/112.)

Tahkim Duası
Tüm varlık aleminin yegane hakimi olan Allah, insanların ayrılığa düştükleri konularda hükmüne başvurulmaya en layık olandır. Dünyada iken Rabbimizin peygamberlerle insanlığa duyurduğu mesajlar, bu ayrılıkların giderilmesinde başvurulması gereken kaynaklardır. Ahirette ise en küçük ayrıntı dahi karara bağlanacaktır. Her iki alemde de tahkim yetkisi Allah’tadır. İşte bu yetkiyi insanlığa bir kez daha hatırlatan Kur’an’da hem peygamberimize hem de bize nasıl bir tahkim duası yapmamız gerektiği öğretilmiştir:
“Ey Allahım! Ey gökleri ve yeri yaratan! Ey yaratılmış varlıkların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen! Kullarının ayrılığa düştükleri her konuda aralarında hüküm verecek olan yalnız Sensin!” (Zümer,39/46.)

İstiâze Duaları

İnsan ve cin şeytanlarından ve onların kurdukları planlardan Allah’a sığınmak gerekir. Cin ve insan şeytanlarının bulandıran çabalarından dolayı toplumsal hayat içinde Hakikat saflığını yitirebilmektedir. Bu nedenle daima istiaze duası yapmak, kalplerimizin paklığını korumak için şarttır. Çok şükür Rabbimiz bunu da nasıl yapacağımızı, Peygamberimiz üzerinden Kıyamet’e kadar yaşayacak müminlere rehberlik ederek beyan etmiştir:
“De ki: Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine. O’nun yarattıklarının şerriden ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.” (Felak, 113/1-5.)
“De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, insanların hakimine, insanların ilahına, fısıldayan sinsi ayartıcının şerrinden, insanların kalbine fısıldayan cinlerin ve insanların bütün ayartmalarından.” (Nas,114/1-6.)

İstiâze ve Beraat Duası

Peygamberimizin zalimlerle arasındaki sınırların pekiştirilmesini, onların yaptıklarından beri olmayı dilediği bu yakarış Allah’a istiâze ederek/sığınarak bitmektedir:
“Ey Rabbim!Sana ortak koşarak baş kaldıranların vaad edildikleri azabın gerçekleşmesine tanık olmamı diliyorsan, Rabbim o zaman, benim de bu zalim insanlardan biri olmama izin verme. Ey Rabbim!Tüm kötü dürtülerin kışkırtmalarına karşı sana sığınıyorum. Rabbim, onların bana yaklaşmalarından da sana sığınıyorum.”(Mü’minun,23/93,94,97,98.)

Tesbih Duası

Allah’ı noksan sıfatlardan uzak tutup, O’na gerçek sıfatlarıyla yalvarıp yakarma, her türlü eksiklikten tenzih ederek olur. Kur’an’da “Esmaü’l-Hüsna” olarak nitelenen Rabbimizin en güzel isimlerini tüm dualarımızda hatırlamak gerekir. Peygamberimiz de öyle yapmış bütün yakarışlarında Allah’ın bu güzel isimlerini anmıştır. Allah’ı tesbih etme adına uydurma isim ve sıfatlar kullanmak yerine Rasulullah Muhammed S gibi biz de tesbih etme gayemizi en güzel yakarış formlarına gerçekleştirebiliriz. Tesbih duasının derli toplu, en güzel örneğini Haşr Suresi’de bulmaktayız:
“Allah O’dur ki, O’ndan başka ilah yoktur. Mutlak Hakim, Kutsal, Kurtuluşun Tek Kaynağı, İman Bağışlayan, Doğru ile Yanlışın Tek Belirleyicisi, Üstün, Eğriyi Düzeltip Doğruyu İhya Eden, Bütün İhtişamın Sahibi! Şanı Yüce Olan Allah her şeyden münezzehtir. O, Allah’tır; Yaratıcı, Bütün Özlere ve Görüntülere Şekil Veren Yapıcı! Bütün mükemmellik vasıfları yalnız O’nundur. Göklerde ve yerde olan her şey O’nun sınırsız şanını yüceltir. Çünkü yalnız O’dur kudret ve hikmet sahibi olan.” (Haşr, 59/22-24.)
Peygamberimiz Muhammed S üzerinden tüm zamanlarda yaşayacak olan müminlere, kendisinin nasıl tesbih edilerek yüceltilmesi gerektiğini dahi öğreten Rabbimiz eksiksiz bir Kitap indirmiştir. En güzel dua şekillerini bize öğreten Allah’a sonsuz şükürler olsun. Peygamberimize uygulaması emredilmiş bir diğer tesbih duası da Ali İmran Suresi’nde geçmektedir:
“De ki: Ey Mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dileğine verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu Sen istediğin her şeyi yapmaya kadirsin. Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri ve diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.” (Ali İmran,3/26-27.)

Tenzih Duası

Allah’ın yetkilerini çiğneyip sınırlarına giren şefaatçiler edinmek “tenzih” ilkesine aykırı bir fiildir. Rabbimizi tüm mükemmel isimleri ve sıfatları anmak ve zikrullaha halel getirebilecek tasavvurlar geliştirmekten sakınmak ise, O’nu tesbih ederek yüceltmek, tenzih ederek tüm noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Allah’a noksan sıfatlar isnad eden maddecilere ve mistiklere bir cevap niteliğindeki tenzih yakarışının derli toplu mükemmel örneklerini yine en güzel Rabbimizin kelamından öğrenebiliriz; Ayet el-Kürsi’de olduğu gibi:
“Allah O’ndan başka ilah yoktur. Her zaman diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegane kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O’nu, ne uyku. Yeryüzünde ve göklerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek olan da kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan gizli tutulanı da bilir. Oysa O dilemedikçe insanlar O’nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudret ve egemenliği gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O’na ağır gelmez. Gerçekten Yüce ve büyük olan yalnızca O’dur.” (Bakara,2/255.)

Teslimiyet Duası

Peygamberimizin değerli arkadaşları olan sahabe Allah’a teslimiyetlerini dua formunda şöyle arz etmişlerdir:
“Ey Rabbimiz! İşittik ve itaat ettik, bizi mağfiret eyle. Zira bütün yolculukların varış yeri Sen’in huzurundur.”(Bakara,2/285.)

c-İstiğfar Duası

“Ey Rabbim! Beni bağışla, bana acı, çünkü gerçekten acıyıp bağışlayabilecek tek güç sensin.”(Mü’minun,23/118.)

d) İlim Duası

Peygamberimize ilminin arttırılması için, Rabbimizin tavsiye ettiği bu dua, aynı zamanda tüm bilgi hazinelerinin esas itibariyle kaynağının Allah Teala olduğu hakikatinin bir beyanıdır:
“Ey Rabbim! İlmimi arttır!” (Taha, 20/114.)


e) Ebeveyn İçin Yakarış

Peygamberimize ve ümmetine anne-babası için Allah’a şöyle yakarması tavsiye edilmiştir:
“Ey Rabbim! Onların beni küçükken sevgi ve şefkatle besleyip büyüttükleri gibi,
Sen de onlara merhamet eyle.”(İsra,17/24.)

f) İ’sar/Empati Duası

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla ve müminlerden hiç birine karşı kalplerimizde, kin –nefret, yersiz düşünce ve duygulara- yer bırakma, Ey Rabbimiz! Sen sonsuz şefkat sahibisin ve sınırsız rahmet kaynağısın.” (59/10.)
Bilindiği gibi, Peygamberin mücadelesine sımsıcak kollarını ve kucağını açan Medine’li müslümanlar olan Ensar, Rabbani övgüye mazhar olmuş şahitlikleriyle tarihimizde yer almışlarıdır. Muhacirler için katlandıkları fedakarlıklar Kur’an’da “i’sar/empati” olarak vasıflandırılmıştır; yani “kendini başkasının yerine koyarak düşünüp onun lehine karar verme ahlakı”. Onların bu ahlakla yapıp ettikleri Allah katında değer bulmuştur. Çünkü onlar din kardeşlerini nefslerine tercih etmişlerdir. Evrensel İslami Dayanışma” muhtevası içeren Ensar’ın bu duası ise, gelmiş-geçmiş ve de gelecek tüm müslüman kuşaklar için kıpır kıpır bir imani duyarlılığın ideal ifadeleridir.

g) Rabbe Şikayet Duası

Peygamberimiz Muhammed SAV’in , Kur’an’ı terk edenleri, onun hayatla ilgisini kesip koparanları, Kıyamet Günü bu dua ile Allah’a bir şikayet olarak takdim edeceği beyan edilmiştir:
“Ey Rabbim!Halkımdan bazıları bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördüler.”(Furkan,25/30.)

h) Peygamberimiz Muhammed SAV’in Kahhariye Duaları

Veyl Duası
Veyl; yazıklar olsun, kahrolsun gibi anlamlara gelen bir kınama ifadesidir. Hümeze Suresi bir yakarış olarak Allah’a takdim edildiği vakit, kahhariye duaları kapsamında değerlendirilebilir. Çünkü içinde kötü niyetle müminleri dillerine dolayarak çekiştirenlere veyl edilmesi/kınanması istenmektedir. Surede Yüce Allah Hümeze-Lümeze güruhuna veyl etmekte, bizden de veyl etmemiz istenmektedir.

“Veyl olsun bütün hümeze-lümeze gruplarına. O (gruplar) ki, serveti biriktirir ve onu bir kalkan sayar. Zanneder ki serveti onu sonsuza dek yaşatacak! Hayır aksine o öteki dünyada Hutame’ye/çökerten bir azaba terk edilecektir. Bilir misin nedir o Hutame? Allah tarafından tutuşturulmuş bir ateştir: (günaha batmış olanların tüm hücrelerine işleyen) gönüllerin üstüne kurulmuş, üzerlerine salınacak olan bir ateş; uzayıp giden sütunlar arasında.” (Hümeze,104/1-9.)

Tebbet Duası

Leheb Suresi’nde geçen Ebu Leheb ve karısının hakimiyetlerinin sona ermesi için yapılan çağrı bir beddua değil, kahr duasıdır. Biz de bu duada örnekten hareketle, çağdaş Ebu Lehebler’in ellerini kurutmak için sözbirliği ve eylem birliği yapmalı, onların sömürü saltanatlarının payandası değil korkulu rüyası olmalıyız.
“Kahrolsun Ebu Leheb’in iki eli ve kahrolsun kendisi, zaten kahroldu da. Ne faydası olacak servetinin ve kazancının? Öteki dünyada şiddetle parlayan bir ateşe atılacak. İğrenç söylentilerin taşıyıcısı olan karısı ile birlikte. O ki, boynunda bükülmüş iplerden bir halat taşır.” (Leheb Suresi, 111/1-5.)