31 Ocak 2008 Perşembe

Şükür Nedir ?

Cüneyd-i Ba dadî Hazretleri henüz yedi yaşındayken,
hocası ve aynı zamanda da da*yısı olan Sırrî-yi Sekai ile
beraber hacca gitmişti.

Mescid-i Haram'da dört yüz kadar ule*mâdan büyük zât toplanmış,
şükür hakkında konuşuyorlardı. Herkes şükür hakkında bir
şeyler söylüyor, şükre kâmil bir tarif getirmeye çalışıyorlardı.
Uzun konuşmalar so*nunda dört yüz de işik fikir çıkmasına ra men,
herkesi tatmin edecek bir şey söyleyebi*len olmamıştı.
Sırrî-yi Sekatî bir de yanındaki Cüneyd-i Ba dâdi'ye sordu.
"Madem ki buradasın, sen de bir şeyler söyle" dedi.
Cüneyd-i Ba dadî Hazretleri,

"Şükür, Rezzak olan Allah'ın ihsan etti i nimet ile
O'na isyan etmemektir"

buyurdu. Orada bulunanla*rın hepsi şaşırıp,
'Seni tebrik ederiz, maksadı en güzel sen tarif ettin.
Ancak bu kadar tarif olurdu' dediler.

2 Ocak 2008 Çarşamba

İman Nasıl Korunur?

Ehl-i sünnet âlimlerinden “Ahmet Mekkî Efendi” hazretleri, bir sohbetinde;

- Îman ettikten sonra en mühim iş, o îmanı “Muhafaza etmek”tir, buyurdu.

Ve ekledi:

- Nasıl ki, “bir kelime” söylemekle îman elde edilirse, küfre sebep olan “bir kelime” ile de elden çıkabilir. Onu, muhafaza altına almak lâzım.

Sordular:

- Nasıl muhafaza edeceğiz efendim?

Buyurdu ki:

- Îman, “mum alevi”ne benzer. En ufak bir rüzgârla sönebilir. Sönmemesi için, etrafını bir “Cam fener”le çevirmek gerekir.

- Fener’den maksat nedir ki?

- İbâdetlerdir. “Namaz kılmak”, bir fenerdir meselâ.

- Başka hocam?

- “Oruç, hac, dînî sohbet, dînî kitap okumak”, hepsi îmanı muhafaza altına alan “Cam fener” gibidirler

20 Kasım 2007 Salı

Adak Etinden Kimler Yiyemez?

Sual: Adak etinden kimler yiyemez?
CEVAP
Fakir veya zengin, adakta bulunursa, adak hayvanın etinden yiyemez ve zekat verilmesi caiz olmayan anasına, babasına, dedesine, evladına, torununa, kocasına veya karısına, fakir olsalar da, yediremez. Yerse veya bunlara yedirirse, yenilen etin kıymetini, fakirlere sadaka verir. Yeniden hayvan kesmek gerekmez. Akrabasından ve evinde bulunanlardan, zekatını vermesi caiz olan büyük, küçük herkes yiyebilir. Kardeş, kayınvalide, kayınpeder, gelin, üvey anne, üvey baba, üvey evlat, süt anne, süt baba ve süt kardeş de yiyebilir. Bunların içinde zengin olanlar yiyemez. Yerlerse, adak sahibi, bunların yediklerinin kıymetini fakirlere verir. (Hindiyye)

Sual: Fakir hanım, aldığı adak etini zengin kocasına yedirebilir mi?
CEVAP
Evet yedirebilir. Çünkü kendi mülkü olmuştur. Başka zenginlere de verebilir.

Sual: Adak etini alan fakir, zengin misafirine adak etinden verebilir mi?
CEVAP
Evet, verebilir.

Sual: Adak etini dağıtmak için vekil olan fakir, bu etten yiyebilir mi?
CEVAP
Yiyebilir.

Sual: (İşe girersem koyun kesip eş dostla yerim demek) adak olur mu?
CEVAP
Adak olur. Etten kendisi, hanımı, çocukları, ana-babası ve zengin olan eş dost yiyemez.

Sual: Bir arkadaşa adağımı kesmek ve etini bildirdiği fakirlere vermek üzere vekil ettim. O da başka fakirlere vermiş. Bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Vekil adağı hangi fakire verirse versin sahih olur. Zekat böyle değildir. Zekatı zenginin bildirdiği fakirlere vermek gerekir. Eğer başka fakirlere verdikten sonra zengine durum bildirilir, o da kabul ederse, bir kavle göre bu da caiz olur.

Sual: Adak hayvanının etini bir fakire verdikten sonra, fakir, bu etten zenginlere ve adak sahibine verebilir mi?
CEVAP
Mal kendisinindir. İstediğine verebilir.

İncittiğiniz İnsanın Bedduasından Korkun!

Efendimiz (sallahu aleyhi vessellem) Hazretleri redde uğramayacak üç duadan söz eder. Bu üç duayı da şöyle sıralar:

1- Ana babanın çocukları hakkındaki duaları.

2- Misafirin ev sahibi hakkındaki duası.

3- Mazlumun zalim hakkındaki duası.

İşte bu üç duaya ehemmiyet vermeli, bu duaların bedduaya dönüşmemesine dikkat etmelidir. Aksi halde redde uğramayan bu üç dua, eninde sonunda bir sebeple kabul olur. Hem de kitapların tarifine göre namludan çıkan kurşun gibi hedefini bulur, muhatabını vurur.

Özellikle yapılan zulmün, haksızlığın, kırıcı ve incitici baskı ve dayatmaların sonunda kırık gönülle mazlumun yaptığı bedduasından korkulmalıdır.

Çünkü kırık gönüllü mazlumun duasının arşa kadar yükselip Rabb’imizin manevi huzuruna engelsiz ulaştığı hadislerle de hatırlatılmıştır.

İrşat kitapları mazlumun kırık gönülle yaptığı beddualardan örnekler verir, ibret almamız için ikazlarda bulunur. İsterseniz böyle ibret alınacak bir kırık gönüllü mazlum duasından örnek vereyim sizlere.

Horasan’ın meşhur valisi Abdullah bin Tahir, muhterem ve mübarek bir idarecidir. Ancak yönetime geçince ister istemez hatalar da yapar, zulüm de işler. Nitekim bir gece mahallede rahatsızlık verip şikâyetlere sebep olan bazı başıboş kimseleri toparlayıp valinin huzuruna çıkarmak üzere önlerine katarak götüren bekçiler, bir ara bir suçlunun sokaklardan birine dalarak kaçtığını görürler. Peşine düşen bekçiler sokakta önlerinde yürüyen Heratlı masum bir demirciyi, kaçan sendin, diyerek yakalayıp suçlular arasında valinin huzuruna çıkarırlar. Geceleri halkı rahatsız eden bu suçlulara olan kızgınlığı sebebiyle ayırım yapmadan, soruşturma gereği duymadan emir veren Abdullah bin Tahir:

- Bunların hepsini de atın zindana. Akılları başlarına gelinceye kadar kalsınlar orada!. Geceleri halkı rahatsız edip de şikâyetlere sebep olmak neymiş anlasınlar, der.

Böylece akşam geç vakte kadar çoluk çocuk rızkı için çalışmaktan yorularak evine dönmekte olan Heratlı demirci de suçlular arasında zindanı boylamaktan kurtulamaz. Üzerine kapatılan zindan kapısının arkasından kırık gönülle yaptığı bedduası ise şundan ibaret olur:

- Rabb’im, der. Beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar onlar da uyuyamasınlar yataklarında!.

O sıralarda evinde yatağına uzanan vali ise, daha gözlerine uyku girer girmez müthiş bir sarsıntı ile uyanır. Hemen fırlar yatağından, bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun rüyaymış, diyerek tekrar uzanır yatağına. Ne var ki yine gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı başlar. Yine fırlayıp sağa sola bakar.. Derken sabahlara kadar mazlum demirci zindanda nasıl uyumazsa zalim vali de evindeki yumuşak yatağında öyle uyuyamaz...

İnsaflı vali, sabah olunca, “Bunda bir hikmet olabilir, birine bir zulüm mü yaptım acaba?!”, diyerek hapishane müdürünü çağırtıp sorar.

- Bu gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir mazlumun bedduasını mı aldım acaba, der. Müdür Bey kendisinin de işittiği bir mahpusun duasını anlatır.

- Rabbim beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde yumuşak yataklarında uyutma, diye dua eden bir demirci vardı hapishanede..

- Hemen o demirciyi getirin buraya, der.

Vali, huzuruna getirttiği demircinin suçsuzluğunu öğrenince özür dileyerek serbest bırakırken tembihini de şöyle yapar:

- Başına böyle bir iş gelirse hemen beni ara!.

Demirci cevabını beklemeden verir:

- Seni neden arayayım? Bana zulmeden sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine O’na yaparım. Zira O (celle celaluhu), senin evini sabahlara kadar başına yıkacak halde sallamasaydı sen yine beni aramayacak, zulmünü sürdürmekten geri kalmayacaktın.

Mazlum demirci çıkıp giderken, insaflı valinin gözyaşlarını tutamadığı görülür.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Aksırmak Ve Esnemek

Aksırmak ve esnemek sağlıklı her insanda olan fiziksel bir hadisedir. Bilim çevrelerinde aksırma ile esnemenin mahiyetleri, sebepleri, bulaşıcı olup olmadıkları hakkında değişik yazılar yayınlanıyor. Bu konuda "din ne diyor?" diye hiç düşündünüz mü? İsterseniz şimdi gelin hem bilimin, hem de dinin verilerini ortaya koyarak aksırma ve esneme hakkında bir değerlendirmede bulunalım.

Önce konuyla alakalı Efendimiz'in şu hadisini bir okuyalım: Allah (c.c.), aksırmayı sever, fakat esnemeyi sevmez. Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse, bunu işiten Müslümanların, "yerhamükellah" diye karşılık vermesi gerekir. Esneme ise, şeytandandır. Bunun için, esneme ihtiyacı duyan kişi mümkün olduğu kadar buna mani olsun. Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler." (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî, Edeb, 1, 4; Nesaî, Cenâiz, 52)
Aksırmayı bilim adamları şöyle tarif ediyor: "Aksırma burun zarının ve nefes verme kaslarının sarsıntılı bir hareketiyle havayı bir anda ağızdan ve burundan dışarı atma ameliyesidir." Aksırma esnasında insan ister istemez kendini kasar. Bu sırada normalden fazla miktarda kan beyne hücum edip beyin için yeterli oksijen ve glikozu temin edecektir. Aynı zamanda burundaki zararlı şeyler aksırmayla dışarı atıldığı için de vücutta bir rahatlama ve ferahlama meydana gelecektir. İşte bu yüzden Efendimiz, hadiste hapşıran kişinin bu nimete şükür sadedinde "elhamdülillah" demesini istiyor. Hadisten anlaşıldığına göre aksıran kişinin "elhamdülillah" demesi sünnettir. Aksırdıktan sonra "elhamdülillah" diyen kişinin yanında bulunanların "yerhamükellah", yani "Allah sana rahmetiyle muamele etsin" demesi gerekir. Bunun karşılığında ise aksıran kişinin "yehdînâ ve yehdîkumullah, (veya yehdikümüllahü ve yüslihu beleküm) Allah bizi ve sizi doğru yola iletsin" veya "yağfirullahu lenâ ve leküm, Allah bizi de sizi de bağışlasın" demesi sünnettir. (Ebu Davud, Edeb, 90)
Sizden biriniz gegireceği veya aksıracağı zaman her ikisinde de sesini yükseltmesin... Ses çıkararak Hapşuuuuu diyerek aksırmak islam edebine aykırıdır...

Esnemeyi ise bilim adamları, can sıkıntısı, uyku başlangıcı, anksiyete, (sinirlilik, asabi olma hali) ve uykusuzluk gibi nedenlere bağlıyor. Esneme vücutta, hem zihnen hem de bedenen bir tembellik, uyuşukluk, gevşeklik ve dikkatsizlik meydana getiriyor. Yani hadisteki ifadesiyle beden şeytanın devreye girmesine hazır hale geliyor ve şeytanın görevini yapması kolaylaşıyor.

Tabii insanın böyle gaflet içinde olması ise şeytanı sevindiriyor. Bu sebeple esneme emaresi belirdiğinde insan, kendisini sıkmalı, esnemeyi önlemeye çalışmalı, bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulamazsa, esneme halinde ağzını sol elinin tersiyle veya başka bir şeyle kapatması gerekir. Ayrıca elini yüzünü yıkayarak veya abdest alarak, yorgunsa dinlenerek bir an önce bu gaflet halinden kurtulmaya çalışmalıdır. Bu sayılan şeyler, İslâmî edebin gereğidir.

Allah'a Baba Demek

Dinimizde Allah'a baba demek (haşa) en büyük günahtır. Baba denilince birde anası olması gerekir.Baba;karısı olupta çocuk doğurtan kişiye veya hayvana denir. Bu anlamda Yaratan'a BABA demek küfür demektir.Türkcede insanın gerçek babası olmayan kişilere de BABA denilmektedir.Onlarda Baba dır fakat başkaların babalarıdır.Kişi kendi babasına olan saygıyı onlarada göstermek gayesi ile mexcazi anlamda onlara da baba denmektedir.Allah'ın bu gibi sıfatları bulunmadığındanO'na Baba demek iftira ve yalandır.Dikkıat ediniz.Hristiyan alemi,Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu demektedir.(haşa) Hz.İsa,Allah'ın oğlu olunca,Allah'a da baba demeye başladılar.(haşa)Oğul bulununca, bir baba baba bulununca da bir oğul olması birbirini gerektirir.Meryem' e İsa'nın anası derler.Ancak H.z.İsa Allah'ın oğlu ise;İsa'nın anası Allah'ın karısımıdır? (haşa) İşte hristiyan alemi buna bir cevap bulması gerekir. Şimdi Kur'an ayetleri bu konuda ne diyor bakalım.Meryem süresi ayet88-93 ''Pek merhametli olanAllah'ın oğlu olduğu kötü sözü demelerinden dolayı az kaldı,gökler paramparça olacak,yeryüzü yarılacak ve dağlarda çökecekti. Allah'ın oğlu olmaz,göklerde ve yerde her şey O'nun mülkü ve her kes de O'nun kuludur.'' İsra süresi 111. ayet:''Allah çocuk edinmemiş ve hükümdarlığında ortağı yoktur.''Cin süresi ayet3:''Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür.O, karıda çocukta edinmemiştir.''İhlas süresi 1-4. ayetler:''Allah bir tektir, doğurmadı,ve doğmadı.Hiç bir şey O'na denk değildir.

7 Kasım 2007 Çarşamba

Kıyamet Alametleri

(Eşrâtu's-Saa), âhir zamanda (zamanın sonları) ortaya çıkarak Kıyâmet'in yaklaştığını, kopmak üzere olduğunu gösteren belirtiler. Bu belirtiler genellikle Küçük Alametler (Alâmât-ı Suğra) ve Büyük Alametler (Alâmât-ı Kübrâ) olmak üzere iki bölüm halinde incelenir.

Kur'an, Kıyâmet'in zamanını Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceğini belirtir (el-A'raf, 7/187; Lokmun 31/34; el-Ahzab, 33/63). Buna karşılık yaklaştığını (el-Zümer, 54/1), yakın olduğunu (en-Nahl, 16/77), ansızın geleceğini (el-A'raf, 7/187) bildirir. Kıyâmet alametlerinin belirdiğini (Muhammed, 47/18) ifade etmekle birlikte bunlar hakkında bilgi vermez. Ancak, "Saat yaklaştı, ay yarıldı yarılacak" (el-Kamer, 54/1) âyetinin ikinci bölümünün "ay yarılacak" biçimde anlaşılması durumunda, bu olay Kur'an'da anılan tek Kıyâmet alameti olma özelliği kazanır.

Hadis külliyâtları ise Kıyâmet'ten önce ortaya çıkacak alametlerden söz eden çok sayıda hadis ihtiva eder. İslâm bilginleri hadislerde dile getirilen alametleri nitelikleri açısından değerlendirerek bunları Küçük Alametler (Alâmât-ı Suğrâ) ve Büyük Alametler (Alâmât-ı Kübrâ) olmak üzere iki başlık altında toplamışlardır. Âhir zaman olarak tanımlanan Kıyâmet öncesi donemde dini duygu, düşünce ve davranışların zayıflaması, dini kurallara gereken önemin verilmemesi, ibadetlerin terkedilmesi, ahlaksızlığın çoğalması biçiminde kendini gösteren Küçük Alametler'in başlıcaları şu şekilde sıralanabilir:

a) İnsanların bina yapmakta birbiriyle yarışmaları (Buhârî, Fiten, 25; bk. Tecrid-i Sarih Terc; 1/58).

b) İnsanların ölümü temenni etmeleri (Buharî, Fifen, 25; Müslim, Fiten, 53-54)

c) Câriyenin efendisini doğurması (Müslim, İmân, 1).

d) Hicaz'da bir ateşin çıkarak Busra'da (Şam yakınlarında bir yer) develerin ayaklarını aydınlatması (Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 42).

e) Fırat nehrinin sularının çekilerek, nehir yatağından altın çıkması (Müslim, Filen, 29-31).

f) İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun birbiriyle savaşması (Buhârı, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 17).

g) İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehaletin artması (Buhârî, Fiten, 4).

h) Depremlerin çoğalması (Buhârî, Fiten, 25).

ı) Zamanın yaklaşması, gece ile gündüzün eşit olması (Buhârî, Fiten, 25).

i) Cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi (Buhârî, Fiten, 4; Müslim, Fiten, 18).

j) Yahudilerle Müslümanların savaşmaları, Müslümanların Yahudileri öldürmesi (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 341; Müslim, Fiten, 79-82).

k) Zinanın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması (el-Ali en-Nâsif Tac, 5/335).

l) Kahtân'dan bir kişinin çıkarak, insanları asâsı ile sevketmesi Buhârî, Fiten, 23).

Kıyâmetin büyük alâmetleri ise şu hadis-i şerifte toplu olarak zikredilir: Huzeyfetu'l-Gifarı (r.a)'den rivayet edilmiştir: Biz bir gün kendi aramızda konuşurken, Hazreti Peygamber yanımıza çıkageldi. Bize "Ne konuşuyorsunuz?" dedi. Biz de "Kıyâmet gününden konuşuyoruz" diye cevap verdik. Hazreti Peygamber" Şüphesiz on alâmet görülmedikçe kıyamet kopmayacaktır" dedi ve "Deccâl'i, dumanı(duhan), Dâbbetü'l-arz'ı, güneşin batıdan doğmasını, İsa (a.s.)'ın yere inmesini, Ye'cûc ve Me'cuc'u, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsünü, son olarak da Yemen'den çıkarak insanları Mahşere sürecek ateşin vuku bulacağını söyledi" (Müslim, Fiten, 39).

Kıyâmetin bu on büyük alameti başka hadislerce ya da İslâm bilginlerince şu şekilde açıklanır:

1. Deccal'in ortaya çıkışı: Deccâl, kıyâmette zuhur edecek yalancı bir kişidir, İslâm Dini'ni ve müslümanları ifsad edip, kötülüğe ve bozgunculuğa sevketmek isteyecektir. Deccal'in sağ gözünün kör olduğu, iki gözünün arasında "kâfir" yazdığı, çocuğunun olmadığı, Medine'ye ve Mekke'ye giremeyeceği, ortaya çıktıktan sonra yeryüzünde kırk gün kalacağı, bu süre içerisinde istidrac türünden bazı olağanüstü olaylar göstereceği, daha sonra da yine kıyâmetin büyük alametlerinden olan Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesiyle onun tarafından öldürüleceği sahih hadislerde belirtilmiştir (Buhârı, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 37, 39, 40, 91, 101, 110, 112).

2. Duhan'ın çıkışı: Duman anlamına gelen duhan da kıyâmetin büyük alametlerinden biridir (Müslim, Fiten, 39). Kıyâmetin vukuundan önce dünyayı bir duman bulutu kaplayarak, kırk gün ve kırk gece kalacak, mü'minler nezleye tutulmuş gibi, kâfirler ise sarhoş gibi olacaklardır.

3. Dabbetü'l-arz'ın çıkışı: Kıyâmet'ten önce çıkacağı bildirilen bir yaratıktır. Kelime anlamı "yer hayvanı" demektir. Kur'an-ı Kerim'de "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan (dâbbe) çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler" (en-Neml, 27/82) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber Dâbbetü'l-arz hakkında "Çıkacak olan kıyâmet alametlerinden ilki, güneşin batı tarafından doğması ile, bir kuşluk vakti insanlara karşı bir dâbbenin (hayvanın) zuhurudur. Bu iki alametten biri, arkadaşından evvel olur. Akabinde diğeri de onun izi üzerinde yakın olarak meydana gelir" (Müslim, Fiten, 118) buyurmuştur.

4) Güneşin Batıdan doğması: Güneş batıdan doğacak, insanlar topluca iman edecek, ancak daha önce iman etmemiş olanların imanları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII 307; Müslim, Fiten, 118).

5. Hazreti İsa (a.s)'ın inmesi: Ehl-i sünnet itikadına göre Kıyâmetin vukuundan önce Hazreti İsa yeryüzüne inecek, hristiyanları İslâm'a davet edecek, Deccâl'i öldürecek, Hazreti Peygamber (s.a.s)'in şerîati ile hükmedecektir (Buhârî, Büyû, 102; Müslim, İmân, 242-247).

6. Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkışı: Kıyâmetin vukuundan önce çıkarak "yeryüzünde bozgunculuk yapacak" (el-Kehf, 18/94) olan asılları ve soyları belirsiz iki insan topluluğudur (Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 3288). Hz. ZülKarneyn'in önlerine yaptığı seddin yıkılarak (el-Enbiya, 21/96) açılması ile yeryüzüne dağılacaklar insanlara saldıracak, kentleri yakıp-yıkarak harabe haline getireceklerdir. Bazı rivayetlerde bu seddin Çin seddi olduğu zikredilir (Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., IV, 3291, 3374; Buhârı, Enbiyâ, 7; Müslim, Fiten, 1,2).

7.8.9. Doğuda, Batıda, Arap Yarımadasında olmak üzere üç bölgede yer çöküntülerinin meydana gelmesi de Kıyâmet'in büyük alametlerindendir (Müslim, Fiten, 39).

10. Yemen'den çıkacak olan büyük bir ateşin insanları önüne katarak sürmesi (Müslim, Fiten, 39).

Ebu Davud ve Tirmizi'nin Sünen'lerinde yeralan bazı hadislere göre Mehdî'nin çıkması da Kıyâmet'in büyük alametlerindendir (Sünen-i Tirmizî, IV, s.1-93: Sünen-i Ebu Davud, N. Şr. M.Abdul Hamid IV, 100, 106).

Hz. Peygamber (s.a.s), Kıyâmetin kötü insanlar ve kâfirler üzerine kopacağını bildirmiştir. Bu hadislere göre Kıyâmet kopmadan önce mü'minlerin ruhları alınacak ve onların âhirete göçmeleri sağlanacaktır (Buhari, Fiten, 5; Müslim, imare, 53).

DABBETU'L-ARZ

Abdullah İbnu Büreyde radıyallahu anhüma babası (Büreyde)'den naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni, Mekke'ye yakın badiyedeki bir yere götürdü. Burası kuru bir yerdi, etrafı da kumdu. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Dâbbetu'l-arz bu yerden çıkacak" buyurdu. İşaret edilen yerin eni ve boyu birer karıştı."

İbnu Büreyde dedi ki: "Bundan yıllar sonra haccettim. Babam (o sahanın en ve boy uzunluğunda bir asasını bize gösterdi. Baktım ki, o asa benim bu âsam ile şu ve bu kadardır."


SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR

Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Sûr'un sahibi (İsrafil aleyhisselâm), sûr denen sorusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?" buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti:

"Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'mel-vekil (Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de "tevekkülümüz Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."

Tirmizi, Kıyamet 9, (2433).

İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a Sûr'dan sorulmuştu:

"Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap verdi."

Ebu Davud, Sünnet 24, (4742); Tirmizi, Kıyamet 9, (2432).

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

"İki sûr arasında kırk vardır!" buyurmuştur. Bunun üzerine oradakiler:

"Ey Ebu Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular. Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi. Tekrar: "Kırk ay mı?" dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?" dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi ve (Resûlullah'ın hadisine devam etti:)

"Sonra allah semâdan su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hâriç hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbu'z-zeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yeniden yaratılış bundan terkîb edilecektir."

Buhari, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, (2955); Muvatta, Cenâiz 48, (1, 239);

Ebu Davud, Sünnet 24, (4743); Nesai, Cenâiz 117, (4, 111).

Ka'b İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."

Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).

Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, Allah, mahlûkatı nasıl iade eder, (yeniden diriltir)? Bunun dünyadaki örneği nedir?"

"Sen dedi, hiç kavminin üzerinde yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil üğründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?"

Ben "Elbette!" deyince:

"İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!" buyurdular."

Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde biraz farklı lafızlarla rivayet etilmiştir (4, 11).

İbnu Abbâs radıyallahu anhüma "Fe iza nûgirâ finnâgûri" "O boru öttürülünce" (Müddessir 8) ayeti ile ilgili olarak dedi ki: "Bu, sûr'dur. Surede geçen râcife, birinci nefha (üfleme), râdife de ikinci nefhadır."

Buhari, Rikâk 43 (muallak olarak).

Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün bize) Sâhib-i Sûr'u (İsrafili) zikretti ve dedi ki:

"Sağında Cibril, solunda da Mikâil aleyhimusselâm var."

Rezin tahric etmiştir. Ebu Davud, Hurûf ve'l-kırâ'at 1, (3999).


MEHDİ'NİN ÇIKMASI

İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında iken Beni Hâşim'den bir grub genç geldi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları görünce, gözleri yaşla doldu ve rengi değişti. Ben: "(Ey Allah'ın Resülü!) Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)" dedim. Şu cevabı verdiler:

"Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, meşrık (doğu) tarafından beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim'den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın)" buyurdu."

Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Reslülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Sizin hazinenizin yanında üç kişi kavga edecek: Üçü de bir halifenin evladıdır. (Halifelik) bunların hiçbirine nasip olmayacaktır. Sonra meşrık (doğu) cihetinden siyah bayraklar (taşıyan bir ordu) zuhur edecek, hiçbir kavmin öldürmediği şekilde sizi öldürecek."

Ravi der ki: "Sonra (Aleyhissalâtu vesselam) ezberde tutamadığım bir şey daha söyledi. Son olarak da: "Onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!" buyurdular. Çünkü o, Allah'ın halifesidir, Mehdidir."

Hz. Ali anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mehdi bizden, ehl-i Beyt'imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yani tevbesini kabul eder, hizmetini yapacak hale getirir. Doğruyu ilham eder ve muvaffak kılar)".

Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Biz Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi."

Abdullah İbnu'l Haris İbni Cez'iz-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Doğudan birtakım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin hazırlayacak" buyurdular. O Mehdi'nin hakimiyetini kastediyor."


YALANCILARIN ZUHÛRU

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Otuz kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah'ın elçisi olduğunu zanneder."

Tirmizi, Fiten 43, (2219); Ebu Dâvud, Melâhim 16, (4333, 4334, 4335).